Anadolu’da ilk Uç Beyliği, Büyük Selçuklular tarafından 1071
Malazgirt Zaferinin kazanılmasından sonra kuruldu. Karadeniz’le Akdeniz arasında
bulunan uç bölgelere Uç Beyleri yerleştirildi. İlk Uç Beyi Melik Ahmed Danişmend
Gâzidir.
Uç beylerinin ve emrindeki aşiretlerin, fedâkâr, azimli ve yüksek
îmânlı gayretleriyle Bizanslılar Ege Denizi kıyılarına kadar atıldı. Hattâ bu
fetihler neticesinde Ege Denizine erişildi. On üçüncü yüzyılda Moğol istilâsı
dolayısıyla, birçok Türkmen boyları uç bölgelere yerleştiler.
Bu Türkmenlerin
yanında dervişler, şeyhler de gelmişlerdi. Uç bölgelerinde büyük gayretler
gösterip, birlik ve berâberliği sağlayan bu dervişler, kuvvetleri yeni fetihlere
hazırladılar. Bu derviş gâziler fethedilmemiş bölgelere de gidip, tekke, zâviye
gibi dînî tesisler kuruyorlar, buralarda Türk-İslâm mefkûresini yayarak, fetih
hareketlerine yardımcı oluyorlardı.
Beylikler döneminde de bu fetih hareketleri
devam etti. Yarı bağımsız olan Uç Beylerini ilk defâ Birinci Alâeddîn Keykubad
(1220-1237) merkezî idâreye bağladı. Keykubad’ın ölümü üzerine İkinci Gıyâseddîn
Keyhüsrev (1237-1246) sultan oldu.
Keyhüsrev, 26 Haziran 1243 yılında Moğollara
Kösedağ Savaşında mağlup oldu. Bu mağlubiyet üzerine Uç Beyleri tekrar yarı
bağımsız hâle geldiler. Moğol ordusu Komutanı Abaka Hanın Doğu ve Orta
Anadolu’da yaptığı katliâm ve tahribattan sonra Uç Beyleri bağımsızlıklarını
îlân ettiler.
Türk Sultanlarını nüfuzu altında tutan İlhanlılar 1335’te yıkıldı.
Bu vak’a neticesinde de Uç Beylerinin bağımsızlık hareketleri iyice hızlandı.
Bağımsız hâle gelen Uç Beyleri cihâda devam etmekle birlikte aralarında da harp
yapıyorlardı. Büyük kitleler hâlinde gelen Türkmenler de, Uç Beyliklerinin
kuvvetlenip büyümesine yardımcı oluyordu.
Beylikler arasındaki mücâdelelerin
yegâne sebeplerinden birisi Bizans oyunlarıydı. Beylikler, Moğollar ve
Bizanslılar başta olmak üzere düşmanlarına karşı amansız bir mücâdele verdiler.
Halkı mücâdeleye, Tapduk Emre, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî dahil daha pekçok
şeyh ve dervişler teşvik ediyorlar, bir yandan da birlik ve berâberlik bayrağını
açıyorlardı.
Söğüt, Domaniç ve Bilecik bölgelerinde kurulan Osmanoğulları
Beyliği, Bizanslılarla yaptıkları mücâdele sonunda çok büyük fetihlerde
bulundular. Devlet güçlenince onlar da Uç teşkilâtını kurdu. Osmanlılarda Uç
Beyi “Akıncı Beyi” olarak da anılır.
15 Şubat 2018 Perşembe
Karacahisar Savaşı
Karacahisar Savaşı, Osman Beyin İnegöl Tekfurunun kontrolündeki
bizans kalesini fethetmesi ve beyliğinin büyümesine vesile olmuş, aynı zamanda
kendisinin 2. savaşı olmuştur.
Osman Bey, Ermenibeli’de düştüğü pusudan kurtulup sefer hazırlıklarını tamamladıktan sonra ilk fethini gerçekleştirmek ve Gazi unvanını almak için 300 kişilik bir ordu hazırlayıp İnegöl yakınlarındaki Kulacahisar kalesine bir gece baskını düzenledi.
Mücadele çok kısa sürdü. Beklemedikleri bir saldırıyla karşılaşan Bizanslı askerler mukavemet gösteremeyip teslim oldular. Kulaca Hisar kalesi oldukça stratejik bir konumdaydı. Bu kalenin fethedilmesi ile Bizansın bölgedek askeri bir yığınak yapabileceği önemli bir hareket noktası ele geçirilmiş oldu.
Osman Bey, kaleyi fethettikten sonra Bizanslı köylülere şu konuşmayı yapmıştır; “Gönlünüzü hoş tutun, korkmayın.
Canınıza, malınıza, ırzınıza zerre ziyan gelmeyecektir. Bunu ben, Kayı beyi Osman size söylerim. Şimdi pazara gidecekler yola koyulsun. Onları benim yiğitlerim koruyacaktır. Dönüşleri de böyle olacaktır. Bundan böyle hep böyle olacaktır. Kulacahisarı hep yiğitlerim koruyacaktır.
Size ziyan verecekleri yiğitlerim karşılayacaktır. Geceniz gündüzünüzden emin olacaktır!” Önemli bir Bizans kalesinin fethedilmesi Osman Beyin namının yayılmasına vesile olmuştur. Beylik olamayan, Kayılar gibi küçük gruplar halinde yurt tutan Türkmenler Osman Beyi yeni fatihleri olarak görerek kendisine tabi olmaya başladılar.
Kayılar bu savaştan sonra kalabalıklaşmış, güçlenmiş ve Beylik olma yolunda ilk önemli adımlarını atmaya başlamıştır. Kulacahisar kalesinin fethi daha büyük ve daha çetin bir savaşın ilk evresi olmuştur. Sırada İnegölün fethi vardır.
Osman Bey, Ermenibeli’de düştüğü pusudan kurtulup sefer hazırlıklarını tamamladıktan sonra ilk fethini gerçekleştirmek ve Gazi unvanını almak için 300 kişilik bir ordu hazırlayıp İnegöl yakınlarındaki Kulacahisar kalesine bir gece baskını düzenledi.
Mücadele çok kısa sürdü. Beklemedikleri bir saldırıyla karşılaşan Bizanslı askerler mukavemet gösteremeyip teslim oldular. Kulaca Hisar kalesi oldukça stratejik bir konumdaydı. Bu kalenin fethedilmesi ile Bizansın bölgedek askeri bir yığınak yapabileceği önemli bir hareket noktası ele geçirilmiş oldu.
Osman Bey, kaleyi fethettikten sonra Bizanslı köylülere şu konuşmayı yapmıştır; “Gönlünüzü hoş tutun, korkmayın.
Canınıza, malınıza, ırzınıza zerre ziyan gelmeyecektir. Bunu ben, Kayı beyi Osman size söylerim. Şimdi pazara gidecekler yola koyulsun. Onları benim yiğitlerim koruyacaktır. Dönüşleri de böyle olacaktır. Bundan böyle hep böyle olacaktır. Kulacahisarı hep yiğitlerim koruyacaktır.
Size ziyan verecekleri yiğitlerim karşılayacaktır. Geceniz gündüzünüzden emin olacaktır!” Önemli bir Bizans kalesinin fethedilmesi Osman Beyin namının yayılmasına vesile olmuştur. Beylik olamayan, Kayılar gibi küçük gruplar halinde yurt tutan Türkmenler Osman Beyi yeni fatihleri olarak görerek kendisine tabi olmaya başladılar.
Kayılar bu savaştan sonra kalabalıklaşmış, güçlenmiş ve Beylik olma yolunda ilk önemli adımlarını atmaya başlamıştır. Kulacahisar kalesinin fethi daha büyük ve daha çetin bir savaşın ilk evresi olmuştur. Sırada İnegölün fethi vardır.
Ertuğrul Gazi
Uc beyi olarak hüküm sürmüstür. Hükümranlık süresi Osmanoğulları'nın en uzunudur. Babası Gündüz Alp, annesi Hayme Ana (Haymana)'dır. Babasının ölümü üzerine Ertuğrul Bey babasının yerine geçti.
Ailesinin bir kısmı Ahlat'ta kaldı. Malazgirt Meydan Savaşı'ndan sonra Kayı Boyu'nun bir kısmı Ankara'nın batısındaki Karacadağ yöresine yerleştirilmişlerdir. Yassıçemen meydan muharebesinde Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat lehine yararlıklar gösterdi. Selçuklu Sultanı, Kayı Beyi'ne Bizans sınırında 1000 kilometrekarelik bir toprağı Bizans'a karşı sınırı savunmak ve ileriye götürmek göreviyle verdi.
13. Asır ortalarında Ankara'nın batısından göç edip Söğüt ve Domaniç'i ele geçiren Ertuğrul Bey idaresindeki Kayı aşireti, 400 çadır halkından oluşuyordu. Bugünkü Kütahya-Bursa-Bilecik illerinin sınırlarının birleştiği bölgedeki toprakları beyliğine “yurt” tuttu. Söğüt Kasabası'nın fethinden sonra beylik merkezini Söğüt'e taşıdı. Ölümünde Bizans'tan yaptığı fetihlerle topraklarını 4.800 kilometrekareye çıkarmıştı.
Osmanlı Devleti'nin temellerini atan Ertuğrul Gazi, Oğuzların Kayı Boyu'na mensup olup Selçukluların uç beyi değildir. Selçuklu Türkiye'sinin Bizans sınırının kuzey kesiminden sorumlu büyük uç beyleri olan Çobanoğulları'na tabi olmuştur. Ancak oğlu Osman Bey 1300 yılı başında büyük uç beyi olup, artık doğrudan doğruya Selçuklu Sultanı'na bağlanmıştır.
Oğlu Osman Gazi'ye yaptığı vasiyeti ile altı asır boyunca ayakta kalacak olan bir devletin idarecilik ruhunun temellerini atmıştır. Ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Ertuğrul Gazi'nin 90 yaşından fazla olduğu halde (1281-1288) tarihleri arasında Söğüt'te vefat ettiği bilinmektedir. Türbesi Bilecik ili sınırları içerisinde olan Söğüt ilçesi'ndedir.
Söğüt ilçesi'nde her yıl Ertuğrul Gazi'yi anma törenleri yapılmaktadır. Orhan Şaik Gökyay'ın tesbitine göre Dede Korkut kitabının önsözü'nde şu kayıt yer almaktadır:
“Korkut ata ayıttı, ahir zamanda hanlik gerü Kayı'ya değe, kimesne ellerinden almaya, ahir zaman olup kıyamet kopunca. Bu dedüğü Osman neslidür, işde sürilü gideyorur.”
Ailesinin bir kısmı Ahlat'ta kaldı. Malazgirt Meydan Savaşı'ndan sonra Kayı Boyu'nun bir kısmı Ankara'nın batısındaki Karacadağ yöresine yerleştirilmişlerdir. Yassıçemen meydan muharebesinde Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat lehine yararlıklar gösterdi. Selçuklu Sultanı, Kayı Beyi'ne Bizans sınırında 1000 kilometrekarelik bir toprağı Bizans'a karşı sınırı savunmak ve ileriye götürmek göreviyle verdi.
13. Asır ortalarında Ankara'nın batısından göç edip Söğüt ve Domaniç'i ele geçiren Ertuğrul Bey idaresindeki Kayı aşireti, 400 çadır halkından oluşuyordu. Bugünkü Kütahya-Bursa-Bilecik illerinin sınırlarının birleştiği bölgedeki toprakları beyliğine “yurt” tuttu. Söğüt Kasabası'nın fethinden sonra beylik merkezini Söğüt'e taşıdı. Ölümünde Bizans'tan yaptığı fetihlerle topraklarını 4.800 kilometrekareye çıkarmıştı.
Osmanlı Devleti'nin temellerini atan Ertuğrul Gazi, Oğuzların Kayı Boyu'na mensup olup Selçukluların uç beyi değildir. Selçuklu Türkiye'sinin Bizans sınırının kuzey kesiminden sorumlu büyük uç beyleri olan Çobanoğulları'na tabi olmuştur. Ancak oğlu Osman Bey 1300 yılı başında büyük uç beyi olup, artık doğrudan doğruya Selçuklu Sultanı'na bağlanmıştır.
Oğlu Osman Gazi'ye yaptığı vasiyeti ile altı asır boyunca ayakta kalacak olan bir devletin idarecilik ruhunun temellerini atmıştır. Ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Ertuğrul Gazi'nin 90 yaşından fazla olduğu halde (1281-1288) tarihleri arasında Söğüt'te vefat ettiği bilinmektedir. Türbesi Bilecik ili sınırları içerisinde olan Söğüt ilçesi'ndedir.
Söğüt ilçesi'nde her yıl Ertuğrul Gazi'yi anma törenleri yapılmaktadır. Orhan Şaik Gökyay'ın tesbitine göre Dede Korkut kitabının önsözü'nde şu kayıt yer almaktadır:
“Korkut ata ayıttı, ahir zamanda hanlik gerü Kayı'ya değe, kimesne ellerinden almaya, ahir zaman olup kıyamet kopunca. Bu dedüğü Osman neslidür, işde sürilü gideyorur.”
Osman Gazi Türbesi
Osman Gazi 1258 yılında Söğüt’te doğmuştur. Osman Gazi’nin yaşamı savaşlarının tarihsel olaylarından çok yaşamış olduğu ermişlik öyküleri ile bilinmektedir. Babası Ertuğrul Bey, annesi ya da babaannesi halk arasında Hayma Ana denilmektedir.
1258 yılında Şeyh Edebali’nin kızı Malhun Hatun ile evlenmesi üzerine ileride Osmanlının başına geçecek olan Orhan Gazi dünyaya gelmiştir. Osmanlı imparatorunun kurucusu olan Osman Gazi, Bursa’nın kuşatmasının devam ettiği sıralarda oğlu olan Orhan Gazi’ye Şehrin içerinde bulunan kubbeli yapıyı işaret ederek öldüğüm vakit beni buraya yatırın vasiyetinde bulunmuştur.
Yaşının ilerlemesinin son yıllarında Osman Gazi, gut hastalığına yakalanmıştır. Hastalığa yakalanması ile birlikte beyliğin idaresini oğlu Orhan Gazi’ye bırakmıştır. Daha sonra 1324 yılında Osman Gazi’nin öldüğü söylenilmektedir. Bu nedenle önceden göstermiş olduğu yapı Tophane parkının sol tarafında kalan Elie Manastırı şapelidir. Burasının fethedilmemesinden sonra o şapel, türbeye dönüştürülerek Osman Gazi’nin vasiyeti yerine getirilmiştir.
1855 yılında devrem sebebi ile türbenin yıkılması sonucu türbenin inşasını 1863 yılında Abdülaziz yaptırmıştır. Türbenin adının Davullu manastırı olarakta bilindiği söylenmektedir. Bunun nedeni ise zamanında Alâeddin’inin Osman Gazi’ye davul hediye emesi ile verilen davulun ve tespihin türbede sergilenmiş olmasından ileri gelmektedir. Fakat deprem ve yangın gibi felaketler sonucu yok olduğu bilinmektedir.
Kubbe ile örtülmüş olan, sekizgen bir plan yapısı ile oluşturulmuş türbenin orta kısmında bulunan sedef kakmalı harikulade ahşaptan yapılmış sandukanın içerinde Osman Gazi yatmaktadır. Ayrıca türbenin içerinde Sultan I. Murat’ın oğlu olan Savcı Bey, Orhan Gazi’nin eşi olan Aspurçe Hatun ve onun oğlu İbrahim Bey, Osman’ın Gazi’nin oğlu olan Alâeddin Bey ve isimleri hakkında bir bilgiye ulaşılamamış olan on iki sanduka vardır. Türbe kapsında yer alan şair Nevres’nin, Hattat Mehmet Zeki Dede’nin yazmış olduğu onarım kitabesi de bulunmaktadır.
Osman Gazi Türbesi Ziyaret Saatleri
Osman Gazi Türbesi yerli ve yabancı tüm ziyaretçilere açıktır. Türbeyi ziyaret etmek isteyen kişilerin gün içerisinde ziyaretlerini yapabilmeleri uygundur.
Osman Gazi Türbesi Nerede ve Nasıl Gidilir?
Türbe, Bursa ilinde yer almaktadır. Osman Gazi Türbesi Hisar’ın içerisinde Tophane denilen yerde bulunmaktadır. Osman Gazi Türbesine ziyarete girmek isteyenler Bursa iline ve oradan da Osmangazi ilçesinde giderek Osman Gazi’nin türbesine ulaşabilirler.
1258 yılında Şeyh Edebali’nin kızı Malhun Hatun ile evlenmesi üzerine ileride Osmanlının başına geçecek olan Orhan Gazi dünyaya gelmiştir. Osmanlı imparatorunun kurucusu olan Osman Gazi, Bursa’nın kuşatmasının devam ettiği sıralarda oğlu olan Orhan Gazi’ye Şehrin içerinde bulunan kubbeli yapıyı işaret ederek öldüğüm vakit beni buraya yatırın vasiyetinde bulunmuştur.
Yaşının ilerlemesinin son yıllarında Osman Gazi, gut hastalığına yakalanmıştır. Hastalığa yakalanması ile birlikte beyliğin idaresini oğlu Orhan Gazi’ye bırakmıştır. Daha sonra 1324 yılında Osman Gazi’nin öldüğü söylenilmektedir. Bu nedenle önceden göstermiş olduğu yapı Tophane parkının sol tarafında kalan Elie Manastırı şapelidir. Burasının fethedilmemesinden sonra o şapel, türbeye dönüştürülerek Osman Gazi’nin vasiyeti yerine getirilmiştir.
1855 yılında devrem sebebi ile türbenin yıkılması sonucu türbenin inşasını 1863 yılında Abdülaziz yaptırmıştır. Türbenin adının Davullu manastırı olarakta bilindiği söylenmektedir. Bunun nedeni ise zamanında Alâeddin’inin Osman Gazi’ye davul hediye emesi ile verilen davulun ve tespihin türbede sergilenmiş olmasından ileri gelmektedir. Fakat deprem ve yangın gibi felaketler sonucu yok olduğu bilinmektedir.
Kubbe ile örtülmüş olan, sekizgen bir plan yapısı ile oluşturulmuş türbenin orta kısmında bulunan sedef kakmalı harikulade ahşaptan yapılmış sandukanın içerinde Osman Gazi yatmaktadır. Ayrıca türbenin içerinde Sultan I. Murat’ın oğlu olan Savcı Bey, Orhan Gazi’nin eşi olan Aspurçe Hatun ve onun oğlu İbrahim Bey, Osman’ın Gazi’nin oğlu olan Alâeddin Bey ve isimleri hakkında bir bilgiye ulaşılamamış olan on iki sanduka vardır. Türbe kapsında yer alan şair Nevres’nin, Hattat Mehmet Zeki Dede’nin yazmış olduğu onarım kitabesi de bulunmaktadır.
Osman Gazi Türbesi Ziyaret Saatleri
Osman Gazi Türbesi yerli ve yabancı tüm ziyaretçilere açıktır. Türbeyi ziyaret etmek isteyen kişilerin gün içerisinde ziyaretlerini yapabilmeleri uygundur.
Osman Gazi Türbesi Nerede ve Nasıl Gidilir?
Türbe, Bursa ilinde yer almaktadır. Osman Gazi Türbesi Hisar’ın içerisinde Tophane denilen yerde bulunmaktadır. Osman Gazi Türbesine ziyarete girmek isteyenler Bursa iline ve oradan da Osmangazi ilçesinde giderek Osman Gazi’nin türbesine ulaşabilirler.
Osman Gazi (1299 - 1326)
Babası: Ertuğrul Gazi
Annesi: Halime Hatun
Doğum Tarihi: 1258
Vefat Tarihi: 1326
Saltanat Müd.: 1281-1326
Türbesi: Bursa'dadır.
Osman Gazi, Ertuğrul Bey'in üç oğlundan birisidir. Osman Bey diğer kardeşlerinden büyük değildi, fakat adeta bir idareci olarak yaratılmıştı. Zira bu hususta çok büyük kaabiliyet sahibi idi. Babası vefat ettikten sonra diğer bütün beyler, ittifakla Osman Bey'i aşiretin reisi olarak tanıdılar. Osman Bey, beyliğin bayna geçtiği zaman, 23 yaşında idi. Uzun boylu, geniş göğüslü, kaIın ve çatık kaşlı, elâ gözlü ve koç burunlu idi. İki omuzları arası oldukça geniş, vücudunun belden yukarı kısmı, aşagı kısmına nisbetle daha uzundu. Çehresi yuvarlak ve teni buğday renginde idi.
Büyük şeyhlerderi Edebalı'nın evinde misafir iken, istirahat için gösterilen odada, Kur'an-ı Kerim'i görünce, sabaha kadar saygısından yatmadığı ve geceyi uykusuz geçirdiği çok meşhurdur. Şeyh bu durumdan çok memnun kaldığı için kendisini kızı ile evlendirmiş ve hayır dualar etmiştir.
Osman Bey, 1287'de Karacahisar'ı fethetti. 1280'de Domaniç'te Bizanslıları yenerek Bilecik'i fethetti ve Selçuklu Hükümdarı tarafından uç beyliğine verildi. 1299'da Inegöl fethedildi. Selçuklu Devleti yıkıldı ve Osman Bey müstakil beyliğini ilân etti.
1300'de Yenişehir ile Köprühisar, 1302'de ise Akhisar ve Koçhisar fethedildi. Osman Bey'e babasından kalan arazinin genişliği 4800 km. kare idi. Kendisi vefat ettiğinde ise, beyliğin toprak genişliği 16.000 km.kareye ulaşmıştır.
Vefat etmeden önce oğlu Orhan Bey'e şöyle vasiyet etmiştir:
"Oğullarıma ve bütün dostlarıma birinci vasiyetim Şudur ki; her zaman gazaya devam ederek, Din-i Celil-i İslâm'ın yüceliğini yaşatınız. Cihadın kemâline ererek, sancağı şerifi hep yüksekte tutunuz. Her zaman İslâm'a hizmet ediniz. Zira Cenâb-ı Hak benim gibi zayıf bir kulunu ülkeler fethetmek için memur etti. Gaza ve cihadlarınızla Kelime-i Tevhid'i çok uzaklara götürünüz. Hanedanımdan her kim, hak yoldan ve adaletten saparsa mahşer gününde, Rasülü Azam'ın şefâatinden mahrum kalsın. Oğlum! Dünyaya gelen hiç bir insan yoktur ki, ölüme boyun eğmesin. Bana da, Hz.Allah'ın emri ile şimdi ölüm yaklaştı. Bu devleti sana emanet ediyorum. Seni de Mevlâ'ya emanet ettim. Her işinde adaleti üstün tut".
Vefatında 68 yaşında idi. Tarih ise, Ağustos 1326'yı gösteriyordu. (Allah rahmet eylesin.)
Vefat ettiğinde geriye bıraktığı mal varlığı şunlardı :
Bir at mrhı, bir çift çizme, birkaç tane sancak, bir kılıç, bir mızrak, bir tirkeş,birkaç at, üç sürü koyun, tuzluk ve kaşıklık.
Osman bey vefat ettiği zaman zayıf bir rivayete göre, Söğüt'te babasmn yanına defnedilmiş ve Bursa alınırsa oraya defnini vasiyet etmişti. Bugün için 1326'da Bursa alındıktan sonra vasiyeti yerine getirilerek cesedi Bursa'ya nakledilip, Hisar'da (Saint Eli) namına yapılmış olan Gümüşlü Künbed'e defnedilmiştir. Fakat vekayün tetkikine göre vefatının 1326'da Bursa'nın teslim alınmasından sonra olduğu anlaşılıyor.

Osman Bey zamanında yaşayan Islâm büyükleri :
Silsile-i Sâdât-ı Nakşıbendiyye'nin onuncu ve onbirinci halkalarını teşkil eden, Hâce, Arif Rivgiri ve Hâce Mahmud İncir Fagnevi (k.s.) Hazretleri, şeyh Saadettin Cibavi, Bahaüddin Veled ve müellif Pehlivan Mahmud Poyraz.
Erkek çocukları :
Pazarlı Boy, Çoban Bey,Hamid Bey, Orhan Bey, Alaeddin Ali Bey, Melik Bey, Savcı Bey.
Kız çocuklan :
Fatıma Hatun.
14 Şubat 2018 Çarşamba
OSMANLI PADİŞAHLARI
1) OSMAN GAZİ: 1281 – 1326
Babası: Ertuğrul Gazi
Annesi: Hayme Hatun
Doğumu: Söğüt - 1258
Ölümü: Bursa - 1326
Saltanatı: 1281 - 1326
Devlet Sınırları: 16.000 km2
2) ORHAN GAZİ: 1326 – 1359
Babası: Osman Gazi
Annesi: Mal Hatun
Doğumu: 1281
Ölümü : 1360
Saltanatı: 1326 - 1359
Devlet Sınırları: 95.000 km2
3) SULTAN MURAD HÜDAVENDİGAR: 1359 – 1389
Babası : Orhan Gazi
Annesi : Nilüfer Hatun
Doğumu: 1326
Ölümü : 1389
Saltanatı: 1359 - 1389
Devlet Sınırları: 500.000 km2
4) SULTAN YILDIRIM BAYEZİD: 1389 – 1403
Babası: Murad Hüdavendigar
Annesi: Gülçiçek Hatun
Doğumu: 1360
Ölümü: 8 Mart 1403
Saltanatı: 1389 – 1403
5) SULTAN MEHMED ÇELEBİ: 1413 – 1421
Babası: Yıldırım Bayezid
Annesi: Devlet Hatun
Doğumu: 1389
Ölümü: 26 Mayıs 1421
Saltanatı: 1413 – 1421
6) SULTAN İKİNCİ MURAD: 1421 – 1451
Babası: Çelebi Mehmed
Annesi: Emine Hatun
Doğumu: 1402
Ölümü: 3 Şubat 1451
Saltanatı: 1421 – 1451
7) FATİH SULTAN MEHMED: 1451 – 1481
Babası: İkinci Murad
Annesi: Huma Hatun
Doğumu: 29 Mart 1432
Ölümü: 3 Mayıs 1481
Saltanatı: 1451 - 1481
Devlet Sınırları: 2.214.000 km2
8) SULTAN İKİNCİ BAYEZİD: 1481 – 1512
Babası: Fatih Sultan Mehmed
Annesi: Mükrime Hatun
Doğumu: 3 Aralık 1447
Ölümü: 26 Mayıs 1512
Saltanatı: 1481 - 1512
Devlet Sınırları: 2.375.000 km2
9) YAVUZ SULTAN SELİM: 1512 – 1520
Babası: Sultan İkinci Bayezid
Annesi: Gülbahar Hatun
Doğumu: 10 Ekim 1470
Ölümü : 21-22 Eylül 1520
Saltanatı: 1512 - 1520
Devlet Sınırları: 6.557.000 km2
10) KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN: 1520 – 1566
Babası: Yavuz Sultan Selim
Annesi: Hafsa Hatun
Doğumu: 27 Nisan 1495
Ölümü: 6-7 Eylül 1566
Saltanatı: 1520 - 1566
Devlet Sınırları: 14.983.000 km2
11) SULTAN İKİNCİ SELİM: 1566 – 1574
Babası: Kanuni Sultan Süleyman
Annesi: Hürrem Sultan
Doğumu: 28 Mayıs 1524
Ölümü: 15 Aralık 1574
Saltanatı: 1566 - 1574
Devlet Sınırları: 15.162.000 km2
12) SULTAN ÜÇÜNCÜ MURAD: 1574 – 1595
Babası: Sultan İkinci Selim
Annesi: Afife Nur Banu Hatun
Doğumu: 4 Temmuz 1546
Ölümü: 16 Ocak 1595
Saltanatı: 1574 - 1595
Devlet Sınırları: 19.902.000 km2
13) SULTAN ÜÇÜNCÜ MEHMED: 27 Ocak 1595 – 1603
Babası: Sultan Üçüncü Murad
Annesi: Safiye Sultan
Doğumu: 26 Mayıs 1566
Ölümü: 20-21 Aralık 1603
Saltanatı: 27 Ocak 1595 – 1603
14) SULTAN BİRİNCİ AHMED: 21 Aralık 1603 - 1617
Babası: Sultan Üçüncü Mehmed
Annesi: Handan Sultan
Doğumu: 18 Nisan 1590
Ölümü: 21-22 Kasım 1617
Saltanatı: 21 Aralık 1603 – 1617
15) SULTAN BİRİNCİ MUSTAFA: 1617 - 1618 --- 1622 – 1623
Babası: Sultan Üçüncü Mehmed
Annesi: Handan Sultan
Doğumu: 1592
Ölümü : 20 Ocak 1639
Saltanatı: 1. Dönem 22.11.1617 - 26.02.1618 2. Dönem 19.05.1622 - 10.09.1623
16) SULTAN GENÇ OSMAN: 1618 – 1622
Babası: Sultan Birinci Ahmed
Annesi: Mahfiruz Haseki Sultan
Doğumu: 3 Kasım 1604
Ölümü: 20 Mayıs 1622
Saltanatı: 26 Şubat 1618 - 1622
17) SULTAN DÖRDÜNCÜ MURAD: 1623 – 1640
Babası: Sultan Birinci Ahmed
Annesi: Mahpeyker Kösem Sultan
Doğumu: 27 Temmuz 1612
Ölümü: 8 - 9 Şubat 1640
Saltanatı: 10 Eylül 1623 – 1640
18) SULTAN BİRİNCİ İBRAHİM: 1640 – 1648
Babası: Sultan Birinci Ahmed
Annesi: Mahpeyker Kösem Sultan
Doğumu: 05 Kasım 1615
Ölümü: 18 Ağustos 1648
Saltanatı: 09 Şubat 1640 – 1648
19) SULTAN DÖRDÜNCÜ MEHMED: 1648 – 1687
Babası: Sultan Birinci İbrahim
Annesi: Turhan Hatice Sultan
Doğumu: 02 Ocak 1642
Ölümü: 06 Ocak 1693
Saltanatı: 08 Ağustos 1648 – 1687
20) SULTAN İKİNCİ SÜLEYMAN: 1687 – 1691
Babası: Sultan Birinci İbrahim
Annesi: Saliha Dilaşub Sultan
Doğumu: 15 Nisan 1642
Ölümü: 22 Haziran 1691
Saltanatı: 09 Kasım 1687 – 1691
21) SULTAN İKİNCİ AHMED: 1691 – 1695
Babası: Sultan Birinci İbrahim
Annesi: Hatice Muazzez Sultan
Doğumu: 25 Şubat 1643
Ölümü: 06 Şubat 1695
Saltanatı: 22 Haziran 1691 – 1695
22) SULTAN İKİNCİ MUSTAFA: 1695 – 1703
Babası: Sultan Dördüncü Mehmed
Annesi: Emetullah Rabia Gülnuş Sultan
Doğumu: 06 Şubat 1664
Ölümü: 29 Aralık 1703
Saltanatı: 06 Şubat 1695 - 22 Ağustos 1703
23) SULTAN ÜÇÜNCÜ AHMED: 1703 - 1730
Babası: Sultan Dördüncü Mehmed
Annesi: Emetullah Rabia Gülnuş Sultan
Doğumu: 30 Aralık 1673
Ölümü: 01 Temmuz 1736
Saltanatı: 1703 - 1 Ekim 1730
24) SULTAN BİRİNCİ MAHMUD: 1730 – 1754
Babası: Sultan İkinci Mustafa
Annesi: Saliha Valide Sultan
Doğumu: 02 Ağustos 1696
Ölümü: 13 Aralık 1754
Saltanatı: 2 Ekim 1730 – 1754
25) SULTAN ÜÇÜNCÜ OSMAN: 1754 - 1757
Babası: Sultan İkinci Mustafa
Annesi: Şehsuvar Valide Sultan
Doğumu: 02 Ocak 1699
Ölümü: 30 Ekim 1757
Saltanatı: 13 Aralık 1754 – 1757
26) SULTAN ÜÇÜNCÜ MUSTAFA: 1757 - 1774
Babası: Sultan Üçüncü Ahmed
Annesi: Mihrişah Sultan
Doğumu: 28 Ocak 1717
Ölümü: 21 Ocak 1774
Saltanatı: 30 Ekim 1757 – 1774
27) SULTAN BİRİNCİ ABDÜLHAMİD: 1774 – 1789
Babası: Sultan Üçüncü Ahmed
Annesi: Rabia Şermi Sultan
Doğumu: 20 Mart 1725
Ölümü: 07 Nisan 1789
Saltanatı: 21 Ocak 1774 – 1789
28) SULTAN ÜÇÜNCÜ SELİM: 1789 - 1807
Babası: Sultan Üçüncü Mustafa
Annesi: Mihrişah Sultan
Doğumu: 24 Aralık 1761
Ölümü: 28 Temmuz 1808
Saltanatı: 07 Nisan 1789 - 29 Mayıs 1807
29) SULTAN DÖRDÜNCÜ MUSTAFA: 1807 – 1808
Babası: Sultan Birinci Abdulhamid
Annesi: Nüketseza Kadın Sultan
Doğumu: 08 Eylül 1779
Ölümü: 16 Kasım 1808
Saltanatı: 29 Mayıs 1807 - 28 Temmuz 1808
30) SULTAN İKİNCİ MAHMUD: 1808 - 1839
Babası: Sultan Birinci Abdulhamid
Annesi: Nakşidil Valide Sultan
Doğumu: 20 Temmuz 1785
Ölümü: 01 Temmuz 1839
Saltanatı: 28 Temmuz 1808 - 1839
31) SULTAN BİRİNCİ ABDÜLMECİD: 1839 – 1861
Babası: Sultan İkinci Mahmud
Annesi: Bezm-i Alem Valide Sultan
Doğumu: 25 Nisan 1823
Ölümü: 25 Haziran 1861
Saltanatı: 01 Temmuz 1839 – 1861
32) SULTAN ABDÜLAZİZ: 1861 - 1876
Babası: Sultan İkinci Mahmud
Annesi: Pertevniyal Valide Sultan
Doğumu: 08 Şubat 1830
Ölümü: 04 Haziran 1876
Saltanatı: 25 Haziran 1861 - 30 Mayıs 1876
33) SULTAN BEŞİNCİ MURAD: 1876 - 1876
Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Şevk Efza Kadın Efendi
Doğumu: 21 Eylül 1840
Ölümü: 29 Ağustos 1904
Saltanatı: 30 Mayıs 1876 - 31 Ağustos 1876
34) SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD: 1876 – 1909
Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Tir-i Müjgan Kadın Efendi
Doğumu: 21 Eylül 1842
Ölümü: 10 Şubat 1918
Saltanatı: 31 Ağustos 1876 - 27 Nisan 1909
35) SULTAN MEHMED REŞAD: 1909 – 1918
Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Gülcemal Kadın Efendi
Doğumu: 02 Kasım 1844
Ölümü: 03 Temmuz 1918
Saltanatı: 27 Nisan 1909 – 1918
36) SULTAN MEHMED VAHDEDDİN: 1918 – 1922
Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Gülistu Kadın Efendi
Doğumu: 02 Şubat 1861
Ölümü: 15 Mayıs 1926
Saltanatı: 04 Temmuz 1918 - 01 Kasım 1922
Babası: Ertuğrul Gazi
Annesi: Hayme Hatun
Doğumu: Söğüt - 1258
Ölümü: Bursa - 1326
Saltanatı: 1281 - 1326
Devlet Sınırları: 16.000 km2
2) ORHAN GAZİ: 1326 – 1359
Babası: Osman Gazi
Annesi: Mal Hatun
Doğumu: 1281
Ölümü : 1360
Saltanatı: 1326 - 1359
Devlet Sınırları: 95.000 km2
3) SULTAN MURAD HÜDAVENDİGAR: 1359 – 1389
Babası : Orhan Gazi
Annesi : Nilüfer Hatun
Doğumu: 1326
Ölümü : 1389
Saltanatı: 1359 - 1389
Devlet Sınırları: 500.000 km2
4) SULTAN YILDIRIM BAYEZİD: 1389 – 1403
Babası: Murad Hüdavendigar
Annesi: Gülçiçek Hatun
Doğumu: 1360
Ölümü: 8 Mart 1403
Saltanatı: 1389 – 1403
5) SULTAN MEHMED ÇELEBİ: 1413 – 1421
Babası: Yıldırım Bayezid
Annesi: Devlet Hatun
Doğumu: 1389
Ölümü: 26 Mayıs 1421
Saltanatı: 1413 – 1421
6) SULTAN İKİNCİ MURAD: 1421 – 1451
Babası: Çelebi Mehmed
Annesi: Emine Hatun
Doğumu: 1402
Ölümü: 3 Şubat 1451
Saltanatı: 1421 – 1451
7) FATİH SULTAN MEHMED: 1451 – 1481
Babası: İkinci Murad
Annesi: Huma Hatun
Doğumu: 29 Mart 1432
Ölümü: 3 Mayıs 1481
Saltanatı: 1451 - 1481
Devlet Sınırları: 2.214.000 km2
8) SULTAN İKİNCİ BAYEZİD: 1481 – 1512
Babası: Fatih Sultan Mehmed
Annesi: Mükrime Hatun
Doğumu: 3 Aralık 1447
Ölümü: 26 Mayıs 1512
Saltanatı: 1481 - 1512
Devlet Sınırları: 2.375.000 km2
9) YAVUZ SULTAN SELİM: 1512 – 1520
Babası: Sultan İkinci Bayezid
Annesi: Gülbahar Hatun
Doğumu: 10 Ekim 1470
Ölümü : 21-22 Eylül 1520
Saltanatı: 1512 - 1520
Devlet Sınırları: 6.557.000 km2
10) KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN: 1520 – 1566
Babası: Yavuz Sultan Selim
Annesi: Hafsa Hatun
Doğumu: 27 Nisan 1495
Ölümü: 6-7 Eylül 1566
Saltanatı: 1520 - 1566
Devlet Sınırları: 14.983.000 km2
11) SULTAN İKİNCİ SELİM: 1566 – 1574
Babası: Kanuni Sultan Süleyman
Annesi: Hürrem Sultan
Doğumu: 28 Mayıs 1524
Ölümü: 15 Aralık 1574
Saltanatı: 1566 - 1574
Devlet Sınırları: 15.162.000 km2
12) SULTAN ÜÇÜNCÜ MURAD: 1574 – 1595
Babası: Sultan İkinci Selim
Annesi: Afife Nur Banu Hatun
Doğumu: 4 Temmuz 1546
Ölümü: 16 Ocak 1595
Saltanatı: 1574 - 1595
Devlet Sınırları: 19.902.000 km2
13) SULTAN ÜÇÜNCÜ MEHMED: 27 Ocak 1595 – 1603
Babası: Sultan Üçüncü Murad
Annesi: Safiye Sultan
Doğumu: 26 Mayıs 1566
Ölümü: 20-21 Aralık 1603
Saltanatı: 27 Ocak 1595 – 1603
14) SULTAN BİRİNCİ AHMED: 21 Aralık 1603 - 1617
Babası: Sultan Üçüncü Mehmed
Annesi: Handan Sultan
Doğumu: 18 Nisan 1590
Ölümü: 21-22 Kasım 1617
Saltanatı: 21 Aralık 1603 – 1617
15) SULTAN BİRİNCİ MUSTAFA: 1617 - 1618 --- 1622 – 1623
Babası: Sultan Üçüncü Mehmed
Annesi: Handan Sultan
Doğumu: 1592
Ölümü : 20 Ocak 1639
Saltanatı: 1. Dönem 22.11.1617 - 26.02.1618 2. Dönem 19.05.1622 - 10.09.1623
16) SULTAN GENÇ OSMAN: 1618 – 1622
Babası: Sultan Birinci Ahmed
Annesi: Mahfiruz Haseki Sultan
Doğumu: 3 Kasım 1604
Ölümü: 20 Mayıs 1622
Saltanatı: 26 Şubat 1618 - 1622
17) SULTAN DÖRDÜNCÜ MURAD: 1623 – 1640
Babası: Sultan Birinci Ahmed
Annesi: Mahpeyker Kösem Sultan
Doğumu: 27 Temmuz 1612
Ölümü: 8 - 9 Şubat 1640
Saltanatı: 10 Eylül 1623 – 1640
18) SULTAN BİRİNCİ İBRAHİM: 1640 – 1648
Babası: Sultan Birinci Ahmed
Annesi: Mahpeyker Kösem Sultan
Doğumu: 05 Kasım 1615
Ölümü: 18 Ağustos 1648
Saltanatı: 09 Şubat 1640 – 1648
19) SULTAN DÖRDÜNCÜ MEHMED: 1648 – 1687
Babası: Sultan Birinci İbrahim
Annesi: Turhan Hatice Sultan
Doğumu: 02 Ocak 1642
Ölümü: 06 Ocak 1693
Saltanatı: 08 Ağustos 1648 – 1687
20) SULTAN İKİNCİ SÜLEYMAN: 1687 – 1691
Babası: Sultan Birinci İbrahim
Annesi: Saliha Dilaşub Sultan
Doğumu: 15 Nisan 1642
Ölümü: 22 Haziran 1691
Saltanatı: 09 Kasım 1687 – 1691
21) SULTAN İKİNCİ AHMED: 1691 – 1695
Babası: Sultan Birinci İbrahim
Annesi: Hatice Muazzez Sultan
Doğumu: 25 Şubat 1643
Ölümü: 06 Şubat 1695
Saltanatı: 22 Haziran 1691 – 1695
22) SULTAN İKİNCİ MUSTAFA: 1695 – 1703
Babası: Sultan Dördüncü Mehmed
Annesi: Emetullah Rabia Gülnuş Sultan
Doğumu: 06 Şubat 1664
Ölümü: 29 Aralık 1703
Saltanatı: 06 Şubat 1695 - 22 Ağustos 1703
23) SULTAN ÜÇÜNCÜ AHMED: 1703 - 1730
Babası: Sultan Dördüncü Mehmed
Annesi: Emetullah Rabia Gülnuş Sultan
Doğumu: 30 Aralık 1673
Ölümü: 01 Temmuz 1736
Saltanatı: 1703 - 1 Ekim 1730
24) SULTAN BİRİNCİ MAHMUD: 1730 – 1754
Babası: Sultan İkinci Mustafa
Annesi: Saliha Valide Sultan
Doğumu: 02 Ağustos 1696
Ölümü: 13 Aralık 1754
Saltanatı: 2 Ekim 1730 – 1754
25) SULTAN ÜÇÜNCÜ OSMAN: 1754 - 1757
Babası: Sultan İkinci Mustafa
Annesi: Şehsuvar Valide Sultan
Doğumu: 02 Ocak 1699
Ölümü: 30 Ekim 1757
Saltanatı: 13 Aralık 1754 – 1757
26) SULTAN ÜÇÜNCÜ MUSTAFA: 1757 - 1774
Babası: Sultan Üçüncü Ahmed
Annesi: Mihrişah Sultan
Doğumu: 28 Ocak 1717
Ölümü: 21 Ocak 1774
Saltanatı: 30 Ekim 1757 – 1774
27) SULTAN BİRİNCİ ABDÜLHAMİD: 1774 – 1789
Babası: Sultan Üçüncü Ahmed
Annesi: Rabia Şermi Sultan
Doğumu: 20 Mart 1725
Ölümü: 07 Nisan 1789
Saltanatı: 21 Ocak 1774 – 1789
28) SULTAN ÜÇÜNCÜ SELİM: 1789 - 1807
Babası: Sultan Üçüncü Mustafa
Annesi: Mihrişah Sultan
Doğumu: 24 Aralık 1761
Ölümü: 28 Temmuz 1808
Saltanatı: 07 Nisan 1789 - 29 Mayıs 1807
29) SULTAN DÖRDÜNCÜ MUSTAFA: 1807 – 1808
Babası: Sultan Birinci Abdulhamid
Annesi: Nüketseza Kadın Sultan
Doğumu: 08 Eylül 1779
Ölümü: 16 Kasım 1808
Saltanatı: 29 Mayıs 1807 - 28 Temmuz 1808
30) SULTAN İKİNCİ MAHMUD: 1808 - 1839
Babası: Sultan Birinci Abdulhamid
Annesi: Nakşidil Valide Sultan
Doğumu: 20 Temmuz 1785
Ölümü: 01 Temmuz 1839
Saltanatı: 28 Temmuz 1808 - 1839
31) SULTAN BİRİNCİ ABDÜLMECİD: 1839 – 1861
Babası: Sultan İkinci Mahmud
Annesi: Bezm-i Alem Valide Sultan
Doğumu: 25 Nisan 1823
Ölümü: 25 Haziran 1861
Saltanatı: 01 Temmuz 1839 – 1861
32) SULTAN ABDÜLAZİZ: 1861 - 1876
Babası: Sultan İkinci Mahmud
Annesi: Pertevniyal Valide Sultan
Doğumu: 08 Şubat 1830
Ölümü: 04 Haziran 1876
Saltanatı: 25 Haziran 1861 - 30 Mayıs 1876
33) SULTAN BEŞİNCİ MURAD: 1876 - 1876
Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Şevk Efza Kadın Efendi
Doğumu: 21 Eylül 1840
Ölümü: 29 Ağustos 1904
Saltanatı: 30 Mayıs 1876 - 31 Ağustos 1876
34) SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD: 1876 – 1909
Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Tir-i Müjgan Kadın Efendi
Doğumu: 21 Eylül 1842
Ölümü: 10 Şubat 1918
Saltanatı: 31 Ağustos 1876 - 27 Nisan 1909
35) SULTAN MEHMED REŞAD: 1909 – 1918
Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Gülcemal Kadın Efendi
Doğumu: 02 Kasım 1844
Ölümü: 03 Temmuz 1918
Saltanatı: 27 Nisan 1909 – 1918
36) SULTAN MEHMED VAHDEDDİN: 1918 – 1922
Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Gülistu Kadın Efendi
Doğumu: 02 Şubat 1861
Ölümü: 15 Mayıs 1926
Saltanatı: 04 Temmuz 1918 - 01 Kasım 1922
Şeyh Edebali
Şeyh Edebali (Şeyh Adabalı veya Şeyh Atası) (1206 -
1326) Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış bir İslam
ilahiyatçısı-din bilgini, Ahi şeyhi, Osman Gazi'nin kayınbabası
ve hocası, bir anlamda da sonradan imparatorluk olacak Osmanlı
Devleti'nin fikir babasıdır.
Aslen Karamanlı'dır. Karaman'da başladığı tahsilini Şam'da tamamlamıştır. Tefsir, hadis ve özellikle İslam hukukunda uzmanlaşmıştır. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi, zamanının büyüklerinin sohbetinde bulunmuştur. Tasavvuf yoluna girdiği, Baba İlyas halifelerinin ileri gelenlerinden olduğu belirtilmektedir. Doğum tarihi kesin olmamakla beraber, 1206 yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir.
Alim, faal, varlıklı, çevresi için örnek teşkil eden bir kişi olan Şeyh Edebali, Eskişehir yakınlarında o zamanki adıyla İtburnu denilen köyde yaşar, yaptırmış olduğu zaviyede öğrenci yetiştirir ve halkı aydınlatırdı. Bilecik'te bir dergah yaptırmış, Osman Gazi'yi de birçok defa burada misafir etmişti?.
Rivayete göre, Osman Gazi'nin dergahta bulunduğu bir gece, rüyasında Şeyh Edebali'nin göğsünden bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdiğini ve göğsünden bir büyük ağaç bitip dallarının alemi kapladığını, altından birçok nehirlerin çıkıp insanların bu sulardan geçtiklerini görmüştü.
Sabah olup rüyayı anlatınca, Şeyh Edebali rüyayı şöyle tabir etmiştir:
"Sen, Ertuğrul Gazi oğlu Osman, babandan sonra bey olacaksın. Kızım Malhun Hatun ile evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nur budur. Sizin soyunuzdan nice padişahlar gelecek ve nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar, Allah nice insanın İslam'a kavuşmasına senin soyunu vesile edecektir."
Gerçekten de öyle olur, altı asırdan fazla devam edecek olan bir imparatorluğun temelleri Osman Gazi ile atılır ve bunun ilk müjdecisi Şeyh Edebali olur.
1326'da 120 yaşlarında Bilecik'te vefat etmiş, dergâhının zikir odasına gömülmüştür.
Bilecik'de ve Eskişehir'de adına türbeler yapılmıştır. Vefatından bir ay sonra kızı, dört ay sonra da damadı Osman Gazi vefat etmiştir.
Aslen Karamanlı'dır. Karaman'da başladığı tahsilini Şam'da tamamlamıştır. Tefsir, hadis ve özellikle İslam hukukunda uzmanlaşmıştır. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi, zamanının büyüklerinin sohbetinde bulunmuştur. Tasavvuf yoluna girdiği, Baba İlyas halifelerinin ileri gelenlerinden olduğu belirtilmektedir. Doğum tarihi kesin olmamakla beraber, 1206 yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir.
Alim, faal, varlıklı, çevresi için örnek teşkil eden bir kişi olan Şeyh Edebali, Eskişehir yakınlarında o zamanki adıyla İtburnu denilen köyde yaşar, yaptırmış olduğu zaviyede öğrenci yetiştirir ve halkı aydınlatırdı. Bilecik'te bir dergah yaptırmış, Osman Gazi'yi de birçok defa burada misafir etmişti?.
Rivayete göre, Osman Gazi'nin dergahta bulunduğu bir gece, rüyasında Şeyh Edebali'nin göğsünden bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdiğini ve göğsünden bir büyük ağaç bitip dallarının alemi kapladığını, altından birçok nehirlerin çıkıp insanların bu sulardan geçtiklerini görmüştü.
Sabah olup rüyayı anlatınca, Şeyh Edebali rüyayı şöyle tabir etmiştir:
"Sen, Ertuğrul Gazi oğlu Osman, babandan sonra bey olacaksın. Kızım Malhun Hatun ile evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nur budur. Sizin soyunuzdan nice padişahlar gelecek ve nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar, Allah nice insanın İslam'a kavuşmasına senin soyunu vesile edecektir."
Gerçekten de öyle olur, altı asırdan fazla devam edecek olan bir imparatorluğun temelleri Osman Gazi ile atılır ve bunun ilk müjdecisi Şeyh Edebali olur.
1326'da 120 yaşlarında Bilecik'te vefat etmiş, dergâhının zikir odasına gömülmüştür.
Bilecik'de ve Eskişehir'de adına türbeler yapılmıştır. Vefatından bir ay sonra kızı, dört ay sonra da damadı Osman Gazi vefat etmiştir.
Halime Hatun
Halime Hatun Devleti Aliyyei Osmaniyye temeleri atan büyük hakan ,Osman Gazi Hazretlerinin annesidir. Süleyman Şah ile karısı Hayme Hatun'un oğlu olan Kayı Boyu önderi Ertuğrul Gazi'nin eşi ve Hâlime Hâtûn Türk neslinden olup Türkmen bir aileye mensuptu.
Gazi Sarı-Batı Savcı Bey (vefâtı: 1288), Gündüz Alp (vefâtı: 1306), ve Osman Gazi (1258-1326) adlarında üç oğlu vardı. 1281 yılında vefât eden Hâime Hânım'ın mezarı Söğüt'te kocası Ertuğrul Gazi'nin türbesinin bahçesindedir. Osman gazi tarafından yaptırılmıştır.
Türk geleneklerine göre oğullarını yetiştirip onlara İSLAM örf, adet ve gelenekleri ilk öğreten anadır bize öyle bir evlat yetiştirdiki o evlat dünya ya Osmanlı hoşgörüşünü, mazlumların yanında oluşunu ,kudretini ve en önemlisi İSLAMIN kılıcı olan bir nesil oluşturdu.
Oğlu Birinci Osmanlı Padişahı I. Osman tarafından Söğüt'te inşa ettirilen Hâlime Hâtûn Türbesi.
Gazi Sarı-Batı Savcı Bey (vefâtı: 1288), Gündüz Alp (vefâtı: 1306), ve Osman Gazi (1258-1326) adlarında üç oğlu vardı. 1281 yılında vefât eden Hâime Hânım'ın mezarı Söğüt'te kocası Ertuğrul Gazi'nin türbesinin bahçesindedir. Osman gazi tarafından yaptırılmıştır.
Türk geleneklerine göre oğullarını yetiştirip onlara İSLAM örf, adet ve gelenekleri ilk öğreten anadır bize öyle bir evlat yetiştirdiki o evlat dünya ya Osmanlı hoşgörüşünü, mazlumların yanında oluşunu ,kudretini ve en önemlisi İSLAMIN kılıcı olan bir nesil oluşturdu.
Oğlu Birinci Osmanlı Padişahı I. Osman tarafından Söğüt'te inşa ettirilen Hâlime Hâtûn Türbesi.
Ermenibeli Savaşı (1284)
Osman Beyin ilk savaşı Ermenibeli Savaşı olmuştur. Osman Bey,
her ne kadar Karacahisar ve Bilecik tekfurları ile çok iyi ilişkiler içerisinde
olsa da İnegöl Tekfuru Aya Nikola, Osman Beyin bölgedeki varlığından rahatsız
oluyor ve kendisine husumet besliyordu.
Kayılar, bahar yaklaşınca yaylaya çıkmak üzere hazırlık yapıp yola düştüklerinde İnegöl Tekfuru Kayıların geride bıraktıkları mallarını yağmalattı. Bu Kayıların maruz kaldığı ilk saldırıydı. Bu durumu Bilecik Tekfuruna bildirdi ve yaylaya çıkarken geride kalan mallarını kendisine emanet etmek istediğini belirtti.
Bilecik Tekfuru bu talebi kabul etti ve Osman Bey kışlağını güvence altına aldı. Osman Bey bununla yetinmedi. İntikamını almak için yapacağı saldırı öncesinde keşif amacıyla yanına 70 kişi alarak İnegöl Tekfurluğuna doğru yola çıktı. Osman Beyin geldiğini fark eden İnegöl Tekfuru, güzergâhı üzerine pusu kurdurttu.
Osman Bey kendisine pusu kurulduğunu önceden fark etse de geri dönmeyerek devam etti. Ermenibeli dağının eteğinde İnegöl Tekfurunun askerleriyle karşılaşan Osman Bey burada çetin bir mücadele verdi.
Sayıca çok kalabalık olan İnegöl Tekfurunun askerlerine karşı çarpışarak geri çekildiler. Bu savaşta kardeşi Saru Yatı’nın oğlu Uyal Hoca şehit düşmüştür. Günümüzde Uyal Hoca’nın mezarı İnegöl Hamza Bey köyünde bulunmaktadır.
Osman Bey, pusudan kurtulsa da intikamını alabilmiş değildi. İntikamını almak için acele etmedi. Daha önce savaş tecrübesi olmayan Osman hem kendisini hem askerlerini savaşa hazırlayıp 1 yıl sonra yeniden İnegöl Tekfuruna taarruz etti.
Kayılar, bahar yaklaşınca yaylaya çıkmak üzere hazırlık yapıp yola düştüklerinde İnegöl Tekfuru Kayıların geride bıraktıkları mallarını yağmalattı. Bu Kayıların maruz kaldığı ilk saldırıydı. Bu durumu Bilecik Tekfuruna bildirdi ve yaylaya çıkarken geride kalan mallarını kendisine emanet etmek istediğini belirtti.
Bilecik Tekfuru bu talebi kabul etti ve Osman Bey kışlağını güvence altına aldı. Osman Bey bununla yetinmedi. İntikamını almak için yapacağı saldırı öncesinde keşif amacıyla yanına 70 kişi alarak İnegöl Tekfurluğuna doğru yola çıktı. Osman Beyin geldiğini fark eden İnegöl Tekfuru, güzergâhı üzerine pusu kurdurttu.
Osman Bey kendisine pusu kurulduğunu önceden fark etse de geri dönmeyerek devam etti. Ermenibeli dağının eteğinde İnegöl Tekfurunun askerleriyle karşılaşan Osman Bey burada çetin bir mücadele verdi.
Sayıca çok kalabalık olan İnegöl Tekfurunun askerlerine karşı çarpışarak geri çekildiler. Bu savaşta kardeşi Saru Yatı’nın oğlu Uyal Hoca şehit düşmüştür. Günümüzde Uyal Hoca’nın mezarı İnegöl Hamza Bey köyünde bulunmaktadır.
Osman Bey, pusudan kurtulsa da intikamını alabilmiş değildi. İntikamını almak için acele etmedi. Daha önce savaş tecrübesi olmayan Osman hem kendisini hem askerlerini savaşa hazırlayıp 1 yıl sonra yeniden İnegöl Tekfuruna taarruz etti.
Osmanlı Beyliğinin Yükselişi
Osman Bey, art arda kazandığı savaşlar, gerçekleştirdiği fetihler ve
askerlerine dağıttığı ganimetlerle kısa sürede ün saldı. Çevredeki Türk boyları
Osman Beye tabi olmak için elçiler gönderiyor, ordusu ve tebaası her geçen gün
artan Osman Bey artık sadece Kayıların değil kendisine tabi olan tüm Türk
boylarının beyliğini üstleniyordu.
Osman Bey, Karacahisarın fethedilmesinden sonra muvaffakiyetinin haberini
iletmesi için kardeşinin oğlu Aytemür’ü Sultan 2. Mesud’a elçi olarak gönderdi.
Sultan 2. Mesud, bu habere çok sevindi ve kendisini taktir etmek için hediye
olarak atlar, silahlar ve değerli eşyaların yanı sıra beylik alametleri olan
tabi, sancak ve ferman gönderdi (1289). Bu alametler Osman Beyin Selçuklu
Sultanı tarafından Bey olarak tayin edilmesi anlamına geliyordu. Osman Bey artık
Osmanlı Beyliğinin lideri olacak, bundan böyle fethedeceği topraklar kendi malı
olacaktır.
Bileciğin Fethi
Osman Beyin art arda elde ettiği başarılar eski dostu olan Bilecik
Tekfurunu tedirgin etmeye başladı. Yükselen Osmanlı Beyliğinin bir gün kapısına
dayanacağını önceden görmüştü. Ancak İnegöl ve Karacahisar Tekfurları gibi cenk
etmekten ve sonunun onlar gibi olmasından endişe etti. Bunun yerine Osman Beye
bir tuzak hazırladı.
Oğlunu Yerhisar Tekfurunun kızı ile evlendirecek olan
Bilecik Tekfuru, tertip edilecek düğüne Osman Beyi de davet etti. Amacı Osman
Beyi savunmasız yakalayıp suikast düzenleyerek ortadan kaldırmaktı.
Osman Bey bu teklifi severek kabul etti. Zira Bilecik Tekfuru ile eski
dostlardı ve kendisiyle daha önce hiç yüz yüze karşılaşmamışlardı. Osman Beyin
bu tuzağa düşmemesi mümkün değildi. Zira düğüne askerleriyle gidemez, bu daveti
de reddedemezdi.
Osman Beye bu durumu Bilecik Tekfurunun hasmı olan Harmankayası
Tekfuru haber verdi. Kendisine düzenlenecek süikastı haber alan Osman Bey,
akıllıca bir hamle yaparak önce çok kıymetli hediyeler gönderdi ardından
askerlerine kadın elbiseleri giydirip himayesindeki kadınlar gibi yanında düğüne
getirdi.
Ayrıca her zamanki gibi yaylaya çıkacaklarını, mallarını emanet yine
kalede himaye edilmek üzere gönderdiğini haber verdi. Yine kadın kılığına girmiş
ve keçelerle gizlenmiş askerlerini kalenin içerisine soktu. Böylece hem düğün
esnasında doğrudan Tekfuru zaptedecek hem de kaleyi içerden kuşatacaktı. Düğüne
geldiği esnada kadınlarının rahat etmeleri için ayrı bir yerde oturmalarını rica
etti. Böylece kadın olmadıklarının anlaşılması ihtimalini ortadan kaldırdı.
Düğün devam ederken Osman bey birden aya kalktı ve atına binerek uzaklaştı.
Bilecik Tekfuru, kendisine düzenlenecek suikastin farkına vardığını ve bunun
için kaçtığını düşünerek peşine düştü. Bir süre Bilecik Tekfurunu peşinden
sürükleyip Kaldıravık denen bir mevkie geldiklerinde tekfuru tuzak içindeki
tuzağa çekmiş oldu ve Tekfuru kendi kılıcıyla bizzat öldürdü.
Bu esnada da
katırlarla gizlenerek kaleye giren askerler düğün olması hasebiyle içeride pek
kimse bulunmayan kaleyi kolayca zapt ettiler. Düğünde bulunan askerler ise düğün
yerinde cenk ederek Bizans askerlerini bertaraf etti. Osman Bey, zekice bir
hamleyle uyguladığı üç adımlık planını başarıyla tamamladı ve Bilecik
Tekfurluğunu kolay yoldan fethetmiş oldu. Bilecik Tekfurundan destek alan İnegöl
Tekfurunu zapt etmesi içinde Turgut Alp adındaki askerini vazifelendirerek
İnegöl’e gönderdi.
Osman Bey, Turgut Alp’in kuşattığı İnegöl’e giderek kaleyi zaptetti ve
İnegöl Tekfurunu öldürdü. Askerlerine yağma izni verdi ve İnegöl Tekfurunun son
kalesini düşürüp İnegöl’ü tümüyle fethetti.Savaşın sonunda Bilecik Tekfurunun
oğluyla evlendirilecek olan Harmankayası Tekfurunun kızını oğlu Orhan'a ile
evlendirdi. İsmi Lilüfer hatun olarak değiştirildi. Lilüfer (Nilüfer) Hatun,
Osmanlı hükümdarlarının ilk gayrimüslim gelini olmuştur ve 3. Osmanlı Hükümdarı
1. Murad'ın annesidir.
Domaniç Savaşı (1287)
İnegöl Tekfuru Aya Nikola, Kulacahisarın kaybedilmesi üzerine geçmişten
beri Kayılarla iyi geçinen Karacahisar Tekfuru ile ittifak kurarak Osman Beyi
topraklarından atmak için bir araya geldiler. Osman Bey artık küçük bir aşiretin
beyi değildi. Karacahisar Tekfuru ise eski dostları ve iyi komşuları olmaktan
çıkmıştı. Tarih, hayatı boyunca savaş görmemiş Osman Beyin yalnızca iki yılda ve
sayıları yüzlerle ifade edilebilecek küçük bir orduyla art arda elde ettiği
büyük başarıları kaydetmeye başladı.
Kulacahisar kalesinin kaybedilmesinden 2 yıl sonra İnegöl Tekfuru ve
Karacahisar Tekfuru ordularını birleştirdiler ve ordunun başına Karacahisar
Tekfuru’nun kardeşi Kalanoz’u komutan tayin ederek Osman Beyin üzerine taarruza
gönderdiler. Osman Bey üzerine gelen ordunun haberini alınca gazilerini topladı
ve onların gelmelerini beklemeden yola düştü. Bu iki ordu Domaniç beldesinde
bulunan İkizce mevkiinde karşılaştılar.
Domaniç çok çetin ve uzun bir mücadeleye sahne oldu. Savaşın sonunda Osman
Bey muazzam bir başarı elde ederek Bizanslıları bozguna uğrattı ve komutanları
Kalanoz’u ele geçirdi. Osman Bey’in kardeşi Saru Yatı bu mücadelede şehit
düşmüştü. Osman Bey Kalanoz’un ele geçirildiğini haber alınca hiddetlenerek şu
emri verdi; “Önce karnını yarın, sonra eşip it gibi gömün”. Kalanoz’un gömüldüğü
yer bu tarihten sonra “İtşeni” olarak anılmıştır. Şehit olan Saru Yatı ise
Söğüt’e götürülerek babası Ertuğrul Gazi’nin yanına defnedildi.
İkizce’deki mücadele savaşın sonu anlamına gelmiyordu. Kendisine vergi
veren ve itaat eden Karacahisar Tekfurunun Osman Bey’e karşı taarruz ettiği
haberini alan Selçuklu Hükümdarı 2. Mesud, Ordusunu toplayıp Karacahisar’a
sefere çıktı. Sultanın sefere çıktığını öğrenen Osman Bey’de hazırlıklarını
tamamlayıp savaşa katıldı ve Karacahisar Tekfurunun kalesi kuşatıldı.
Kuşatma 2
gün boyunca devam etti. Ancak savaş neticelenmeden Ereğli’ye saldırıldığı
haberini alan 2. Mesud, Ereğli’nin ateşe verildiğini ve halka zulüm edildiğini
öğrenince Ereğli’ye doğru yola çıkmak zorunda kaldı. Karacahisarın kuşatması
için getirdiği silahları Osman Bey’e teslim ederek geri döndü.
Osman Bey, birkaç
gün daha süren çetin mücadelenin sonunda Karacahisar kalesini zaptetmeyi
başardı. Bu kez Kulacahisar kalesinde yaptığı gibi Bizanslı köylüleri muhafaza
etmedi. Önce askerlerini ganimete boğdu, ardından köy evlerini gazilere ve
tebaasına verdi. Bu fetihten sonra Karacahisar bir İslam kenti haline geldi.
Bu
savaş hem gaza, hem fütuhat hem fetih olmuş, Osman Bey’in itibarını fevkalade
yükseltmiş ve Osman Beyin devletli olma yolunda büyük bir aşama kaydetmesini
sağlamıştır.
Kulacahisar Savaşı (1285)
Osman Bey, Ermenibeli’de düştüğü pusudan kurtulup sefer hazırlıklarını
tamamladıktan sonra ilk fethini gerçekleştirmek ve Gazi unvanını almak için 300
kişilik bir ordu hazırlayıp İnegöl yakınlarındaki Kulacahisar kalesine bir gece
baskını düzenledi. Mücadele çok kısa sürdü. Beklemedikleri bir saldırıyla
karşılaşan Bizanslı askerler mukavemet gösteremeyip teslim oldular.
Kulaca Hisar kalesi oldukça stratejik bir konumdaydı. Bu kalenin fethedilmesi ile Bizans’ın bölgede askeri yığınak yapabileceği önemli bir hareket noktası ele geçirilmiş oldu.
Osman Bey, kaleyi fethettikten sonra
Bizanslı köylülere şu konuşmayı yapmıştır;
“Gönlünüzü hoş tutun, korkmayın. Canınıza, malınıza, ırzınıza zerre ziyan
gelmeyecektir. Bunu ben, Kayı beyi Osman size söylerim. Şimdi pazara gidecekler
yola koyulsun. Onları benim yiğitlerim koruyacaktır. Dönüşleri de böyle
olacaktır. Bundan böyle hep böyle olacaktır. Kulacahisarı hep yiğitlerim
koruyacaktır. Size ziyan verecekleri yiğitlerim karşılayacaktır. Geceniz
gündüzünüzden emin olacaktır!”
Önemli bir Bizans kalesinin fethedilmesi Osman Beyin namının yayılmasına
vesile olmuştur. Beylik olamayan, Kayılar gibi küçük gruplar halinde yurt tutan
Türkmenler Osman Beyi yeni fatihleri olarak görerek kendisine tabi olmaya
başladılar. Kayılar bu savaştan sonra kalabalıklaşmış, güçlenmiş ve Beylik olma
yolunda ilk önemli adımlarını atmaya başlamıştır.
Kulacahisar kalesinin fethi daha büyük ve daha çetin bir savaşın ilk evresi
olmuştur. Sırada İnegöl’ün fethi vardır.
Osmanlı Devletinin Kuruluşu
Osmanlı Devleti Kayı beyi Osman Gazi tarafından 1299 yılında
Söğüt beldesinde kurulmuş, ilerleyen yıllarda hızla büyüyerek 200 yıl içerisinde
cihan devleti haline gelmiştir.
Türk tarihinin Osmanlı evresini yorumlarken beklide en çok yoğunlaşmamız gereken evre devletin kuruluş süreci olmalıdır. Zira devletin toplumsal temellerini, gayesini, ilerleyişini, evrilişini ve her şeyden öte başlangıç noktasını doğru tespit etmemiz, Osmanlının ortaya çıkış sürecinden yıkılış sürecine kadar olan tüm evrelere bakışımızın olgunlaşmasını sağlayacak, tarihi tarihsel verilerle yorumlamamıza yardımcı olacaktır.
Türkler, İç Asya’dan başlayan göç hareketleriyle 900 yıllık bir serüvenle adım adım batıya ilerlemiş (M.s. 150-1150), kimi kolları Avrupa’nın doğusuna kadar ulaşmış (Avrupa Hunları, Uzlar, Kıpçaklar, Kumanlar), kimi kolları Hazar Denizini Türk gölü haline getirmiş (Hazar Devleti), kimi kolları ise Selçuklulardan daha erken dönemlerde Anadolu hudutlarına ulaşmışlardı (Oğuz Yabguluğu). Ancak hiçbiri Sultan Alparslan gibi kesin ve geri dönülmez bir galibiyetle Anadolu’da tutunamamıştı.
Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan, 1071’deki destansı zaferinden sonra Anadolu’nun kapılarını Türk boylarına açmış, ata yurtları olan İç Asya’dan demografik ve siyasi çalkantılar nedeniyle tutunamayarak batıya doğru süregelen göç serüvenlerinde nihai yurtlarına adım atabilmişlerdi.
Büyük Selçuklu Devletinin en güçlü döneminde Anadolu’nun kapılarını açan Türkler, Bizans’ın Anadolu’daki kesin hâkimiyetinin ortadan kalkmasından sonra Orta Doğu’dan gelen diğer Semitik (Arap kökenli) toplumlarında Anadolu’ya yaklaşmalarının önünü açmıştı. İlerleyen 100 yıllık süreçte Büyük Selçuklu Devleti yıkılmış, Anadolu’nun bağrında bakiyelerinden yeni bir devlet kurulmuştu (Anadolu Selçuklu Devleti).
1071’den itibaren Anadolu’nun bereketli toprakları Türkler tarafından akın akın yurt edinilmeye başlandı. İç Asya’da tutunamayan Türk boyları, henüz 2 yüzyıl önce göçtükleri İran/Irak/Suriye hattındaki Müslüman Devletlerin birbirleri ile çatışmalarından uzaklaşmak ve Büyük Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra yeni ve daha müreffeh yurtlar arayışına girmek için Anadolu’ya akın ediyorlardı.
Bununla birlikte Selçuklulardan önce Anadolu’ya yaklaşan Oğuzlar, Hazar Devletine bağlı göçebe Türk boyları, Karahanlı Devletinin ardılları ve Selçuklulardan sonra Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Harzemşahlar ve elbette İran/Irak/Suriye hattında Büyük Selçuklu Devletine tabi olan irili ufaklı Fars ve Arap kabilelerde bu göç dalgasına katılmışlardı. Anadolu, 1071-1200 yılları arasında yoğun ve istikrarlı göçlerle yeni ev sahipleri tarafından yurt haline getiriliyordu.
Anadolu’nun Malazgirt savaşı öncesi demografik yapısı oldukça kozmopolitdi. Doğu Roma İmparatorluğu Anadolu’da yaşayan bölgedeki muhtelif toplumları paralı asker olarak kullanıyor, bölgenin güvenliğini sağlamak karşılığında ise paralı askerlere ödediği ücretleri vergi adı altında dolaylı olarak geri alıyordu.
Alparslan’ın Anadolu’nun kapılarını açmasından sonra Doğu Roma’nın Anadolu üzerindeki tahakkümü ortadan kalkınca bölgeye yaşayan toplumlar (Ermeniler, Gürcüler, Küçük Kafkas Prenslikleri, v.b.) Selçuklu Ordusu ile savaşmaktan çekinerek ve hatta Doğu Roma’ya karşı Selçuklu Ordusuna hizmet ederek hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
1071-1220 yıllarındaki bu çalkantılı dönem, Anadolu Selçuklu Devletinin en güçlü dönemine kadar devam etti. Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alaeddin Keykubat döneminde ise(1220-1237) bölgenin kaderini değiştirecek önemli gelişmeler yaşandı. İç Asya’dan başlayan Moğol akınları Anadolu hududuna kadar ulaşmıştı.
Moğol istilalarına kadar Anadolu’ya göçmemiş olan Türk boyları da mecburiyet gereği Anadolu’nun Osmanlı Devleti öncesi son kalabalık göç dalgalarını oluşturdular. Üstelik Gazne Devletinin en kalabalık bakiyesi olan Harzemşahlarda Anadolu sınırlarına kadar ulaşmış, 13. Yüzyılın başlarında ortaya çıkan bu siyasi çalkantı Anadolu’daki Selçuklu hakimiyetini tehdit etmeye başlamıştı.
Artan Moğol baskısı ve Eyyubi Devletinin ardılları ile kötü giden siyasi münasebetlerden sonra bölgedeki önemli güçlerden biri olan bir diğer Türk Devleti Harzemşahlar ile savaşın eşiğine gelinmiş, Selçuklu hâkimiyetini kabul etmiş olan Ermeniler, asi ve kalabalık bir Türk boyu olan Artuklu ve Mengüçlü beyliği Anadolu Selçuklu Devletine bağlılığını reddederek bağımsızlıklarını ilan etmeye teşebbüs etmişlerdi.
Bu keşmekeş Anadolu’daki Selçuklu hâkimiyetini derinden sarsmaya başladı. İlerleyen yıllarda Moğol tehdidinin artması Anadolu Selçuklu Devletinin otoritesini kaybetmesine neden oldu. Bu durum Selçuklu devletine bağlı beyliklerin başına buyruk hareket etmelerine yol açtı. Anadolu’da yerleşik hale gelmiş olan Türk boyları ise artık kendi kaderlerini tayin etmek zorundaydılar.
1250’li yıllardan itibaren Anadolu tam anlamıyla bir otorite boşluğuna sürüklendi. Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın vefatından sonra yerine geçen oğlu 2. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246), devleti ayakta tutmakta zorlandı. Irak-İran-Suriye hattından göç eden Türkmenler itikadı farklılıklar nedeniyle (Alevilik-Sünnilik) ayrışmış ve devlet tarafından yurt verilmeyince tarihe Babai isyanı olarak geçen hadise gerçekleşmiş, bu hadisenin neticesinde Gıyaseddin Keyhüsrev tahtını terk ederek kaçmıştı.
Keyhüsrev, sonradan tekrar tahtına geçse de hükümdarın otoritesinin sarsılmış olması Selçuklu Devletinin merkezi idaresini zayıflatmaya yetti. Moğollar ise kendilerine karşı koyabilecek tek güç olarak gördükleri Selçukluların zayıflamasını fırsat bilerek Anadolu’ya ilk saldırılarını gerçekleştirdiler.
1243’de yaşanan Kösedağ savaşında yenilen Selçuklu Devleti Moğol hâkimiyetini kabul etmek zorunda kaldı. Selçuklu Devleti artık Moğol hükümdarları tarafından atanan valiler tarafından yönetiliyor, Selçuklu sarayı Moğol tahakkümü altında varlığını devam ettirmeye çalışıyordu.
Moğol idaresini kabul etmek zorunda kalan 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in vefatından sonra Selçuklu Devleti içerisinde saltanat mücadeleleri baş göstermeye başladı. Anadolu’nun bereketli topraklarında gözü olan Moğollar için bu büyük bir fırsat oldu. Kendilerine boyun eğmeyen boylar ve aşiretler üzerinde zulüm uygulamaktan imtina etmeyen Moğollar (İlhanlı Devleti) tarih kayıtlarındaki tahminlere göre 400 Binden fazla Türkmen köylüyü vahşice katletti.
Anadolu onlarca beylik, yüzlerce aşiret ve milyonlarca Türkmen tarafından yurt edinilmiş ancak merkezi bir idare tarafından yönetilemeyen keşmekeş bir coğrafya haline gelmişti. Türkmenler artık kendi kaderlerini tayin etmek zorundaydılar. Bu minvalde kendi istikbalini çizen boylardan Kayılar Anadolu Selçuklu döneminin son evresinde güçlenerek Osmanlı Devletinin temellerini attılar.
Anadolu Beylikleri Dönemi
Anadolu Selçuklu Devleti, Kösedağ Savaşı sonrasında Moğol tahakkümü altına girmeye başladığında merkezi otorite sarsılmış, Anadolu’da bulunan beylikler Moğol tahakkümü altına giren Selçuklu saltanatına bağlılığını yitirmişti. 13. Yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise durum daha da vahim bir hal aldı. Selçuklu saltanatı mücadelelere sahne oluyor, birbiri ile anlaşamayan varisler kendi hâkimiyetlerini ilan ederek devletin coğrafi sınırlarını bölüyor, Moğollar ise bu keşmekeşten istifade ederek Anadolu’yu yağmalıyordu.
Bu tarihlerde Anadolu’da Selçuklu Devletine tabi 9 beylik bulunuyordu. Devletin batı sınırlarında Artuklu (Mardin) ve Dilmaçoğulları (Bitlis), kuzeyde Çobanoğulları (Kastamonu) ve Pervaneoğulları (Sinop), güney ve batı sınırlarında Alaiye (Alanya), Kaserioğulları (Balıkesir), Menteşoğulları (Milas), iç kısımlarda ise Karamanoğulları (Konya), Sahipataoğulları (Afyonkarahisar) beylikleri bulunuyordu.
Selçuklu devleti zayıfladıkça Anadolu beylikleri bölgelerinde daha çok söz sahibi oluyor ve kendi içlerinde güçleniyor ancak Anadolu’da ki birlik azalıyordu. Anadolu’yu bir arada tutan temel unsur olan Selçuklu Devleti ise Moğollar tarafından atanan ve kendi emrinden çıkmayacak hükümdarlar tarafından yönetiliyordu. Selçuklu tahtına artık temsili hükümdar oturmaya başlamıştı. Zira Anadolu beylikleri üzerinde herhangi bir tahakkümü kalmamıştı.
Moğollar (İlhanlılar) 14. Yüzyıldan itibaren zayıflamaya ve güç kaybetmeye başladılar. İlhanlılar 1295 yılında İslamı resmi din olarak kabul etmişlerdi. Ancak hem İlhanlı saltanat ailesi daha önce Budizmi kabul etmiş, ardından Şamanizme geri dönmüşlerdi. Bu anlamda İslamı kabul etmiş olmaları İlhanlı saltanat ailesinin itikadi açıdan ayrı bir cenderenin içerisine sürükledi. Bu durum devlet politikalarını da etkiledi.
İlhanlı devleti 1300’lü yıllardan itibaren zayıflamaya başlamıştı ancak bu durum Selçuklu Devletinin toparlanması için yeterli değildi. Zira saltanat makamı ve devletin tüm idari mekanizmaları işlevselliğini kaybetmişti. Son temsili Selçuklu hükümdarı 2. Mesut Han’ın vefatından sonra Moğollar yerine bir hükümdar tayin etmese de Mesut Han’ın yerine geçecek kimse olmadığı için Selçuklu Devleti fiilen sona ermiş oldu (1308).
Kayılar
Kayılar, kökenleri itibariyle 24 oğuz boyundan biri olarak varlıklarını yüzlerce yıldır koruyan güçlü ve önemli bir boydu. Göktürkler ve Karahanlılar dönemlerinde İç Asya’da varlıklarını devam ettiren Kayılar, 9. Yüzyılda Selçuklu Devleti bünyesinde ekseriyetle Horasan bölgesinde varlıklarını sürdürmekteydiler. Selçuklu tebaası olmayan ancak Selçuklu Devleti hudutları içerisinde diğer Türk boyları gibi konar/göçer yaşayan Kayılar Anadolu’ya iki ayrı dönemde iki ayrı kol halinde girdiler.
İlk önemli Kayı kolu Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya giriş yapmış ve ilerleyen yıllarda güçlenerek Artuklu beyliğini kurmuşlardı. Horasan ve Merv bölgesinde varlıklarını devam ettiren bir diğer Kayı kolu ise Moğol baskıları nedeniyle Batıya doğru sürüklenmiş, Harzemşahlar ile birlikte 12. Yüzyılın sonlarında Anadolu’ya girmişlerdir.
Kayıların sayıca hatırı sayılır büyüklükte bir nüfusa sahip olduğunu bünyesinden iki büyük beylik çıkarttığından hareketle görebiliyoruz. Ancak Selçuklu devrinden önce tarih sahnesinde ismine pek rastlanmamaktadır. Bunun muhtemel sebebi Kayıların diğer büyük Türk kitleleriyle birlikte hareket etmemiş olmalarıdır. Gerek Göktürkler devrinde, gerekse Karahanlılar döneminde tarih kayıtlarına düşmüş ve ulaşabildiğimiz tarih kayıtlarına etki edecek bir siyasi tezahürün içinde bulunmadıkları düşünülebilir.
Ancak varlıklarını yüzlerce yıl devam ettirebildiklerini, Anadolu’ya göç ettiklerinde ise takriben 70 bin çadırlık geniş bir nüfusa sahip olduklarını düşünürsek kendi kaderlerini kendileri belirlemiş, geçte olsa Türk Tarihindeki yerlerini 12. Yüzyıl itibariyle almışlardır.
Kayılar, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılma sürecine girmesi ile Anadolu Beylikleri’nin bağımsız ve kendi başlarına idare edilmeye başlandığı dönemde Bizans’a karşı elde ettiği başarılar neticesinde güçlenmiş, yaklaşık 40 yıllık bir sürecin sonunda İmparatorluk haline gelerek Osmanlı Devletinin kurucu unsurları olmuşlardır.
Osmanlı Devletinin kuruluşu sürecinde baş rolü üstlenen Kayı Boyunun Anadolu’daki varlıkları Büyük Selçuklu Devleti döneminde Anadolu’ya giren Türk boyları kadar eski değildir. Kayılar Anadolu’nun Türkleşmesinden yaklaşık 100 yıl sonra Anadolu’ya girmişlerdir.
Kayılar, Moğol saldırılarının etkisiyle İç Asya’dan batıya doğru göç hareketine girişen Türk boyları ile birlikte Büyük Selçuklu Devletinin hüküm sürdüğü İran coğrafyasına göç etmişlerdi. Ancak Büyük Selçuklu Devleti 1157’de yıkılınca İran coğrafyası Abbasilerin tahakkümü altına girmeye başladı. Büyük Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra merkezi bir yönetime bağlı olmasalar da vilayetlerin yönetimi halen Büyük Selçuklu Devleti tarafından görevlendirilmiş olan valilerinin elinde bulunuyordu.
Selçuklu valileri Abbasilerin bölgelerinde hâkimiyet kurmasını arzu etmiyorlardı. Aynı şekilde Moğol baskısıyla İç Asya’dan göç eden göçebe Türk boyları da Müslüman olmalarına rağmen Arap hükümdarlar tarafından yönetilmek istemiyorlardı. Selçuklu valileri ve göçebe Türk boyları bu ortak menfaat etrafında buluşarak Abbasi akınlarına karşı ittifak kurdular.
Bu dönemde Kuzey İran coğrafyası Selçuklu ardılları olan Türklere, bölgede uzun süredir yaşayan göçer Türkmenlere, Kuzey Karadeniz hattında yaşayıp hazar denizi üzerinden İran’a göç eden Tatarlara ve Moğol baskısıyla İç Asya’dan göç eden göçebe Türk boylarına ev sahipliği yapıyordu. Selçuklu valileri Türkmenleri, Tatarları ve göçebe Türklerin en güçlü unsurlarından olan Kayıları ikna ederek Abbasi akınlarına karşı bir ittifak oluşturdular ve bulundukları bölgeyi (Horasan/Merv kentleri) Abbasi akınlarından korudular.
Bu başarıda en büyük paya sahip olan Kayılar hem Büyük Selçuklu Devleti sonrası İran coğrafyasında başsız kalmış olan Türkmenlerin bağlılığını kazandı hem de büyük bir nüfuz kazanarak bölgedeki Türk kitlelerin liderliğini üstlendi.
Kayılar bu tarihte yaklaşık 20.000 çadırlık kalabalık bir oymaktı. Bölgedeki Türkmenler ve Tatarlar ise 50.000 çadırdan oluşan çok daha kalabalık bir nüfusa sahipti.
Kendilerinden sayıca az olmalarına rağmen Kayı beyi Süleyman Şah’ın giriştiği savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar ve Kayıların elde ettiği başarılar Türkmen ve Tatarları etkiledi. Yeni ve güçlü bir lider arayan bu Türk kitleleri Süleyman Şah’a biat ederek Kayı boyuna katıldılar. Kayılar artık 70.000 çadırdan oluşan muazzam bir güç unsuru haline gelmişlerdi. 70 bin çadırlık bir nüfus yaklaşık 50.000 kişilik bir savaşçı ordusu anlamına geliyordu.
Oymağın savunması için vazifelendirilen askerler düşünüldüğünde ise en az 30.000 askerlik bir sefer gücü söz konusu oluyordu ki; bu rakam büyük bir savaşın kaderini belirleyebilecek bir muharip unsur olmaları için fazlasıyla yeterlidir.
Kayılar devletsiz ve töresiz kalmış, hem Moğollar hem de Abbasiler tarafından hedef haline gelmiş İran coğrafyasında varlıklarını devam ettirmek yerine Gaza etmek ve Anadolu’da kurulmuş ve giderek güçlenmekte olan Anadolu Selçuklu Devleti’ne yakın olabilmek maksadıyla Anadolu’ya göç etmeye karar verdiler. Anadolu göçlerindeki ilk durakları Ahlat oldu (1191).
Burada çok kısa süre kalan Kayılar, ardından önce Erzurum’a sonra ise Erzincan’a yerleştiler. Ahlat, Erzurum, Erzincan hattı Anadolu Selçuklu Devleti ile Harzemşahlar devleti arasında sınır hattı durumundaydı. Doğusunda Harzemşahlar Moğol akınlarına karşı koymaya, Batısında Anadolu Selçuklu Devleti Anadolu’daki hâkimiyetini güçlendirmeye ve Haçlı seferlerine karşı koymaya çalışıyordu.
Kayılar ne Anadolu Selçuklularına ne de Harzemşahlara tabi olmadılar ve kendi kaderlerini kendileri tayin etme gayretine giriştiler. Yaklaşık 30 yıl boyunca Erzurum ve Erzincan’da yaylayıp kışladılar ancak geçirdikleri onca zamana rağmen umduğunu bulamayan Süleyman Şah, asıl vatanı olarak gördüğü Türkistan coğrafyasına geri dönmeye karar verdi. Genç ve kahraman bir bey olarak ayrıldığı Türkistan’a şimdi yaşlanmış, ömrünün son demlerini yaşayan bir bey olarak geri dönüyordu.
Kayılar, göçlerini vaktiyle Türkistan’dan göç ettikleri Tebriz - Ahlat istikameti üzerinden değil güneyden Fırat nehri ve Halep vilayeti güzergahından gerçekleştirdiler ve Halep vilayeti yakınlarında bulunan Caber kalesi yakınlarına kadar ilerlediler. Göç istikametleri gereği Fırat nehrini geçmek zorunda olan Kayılar, sığ gibi görünen bir boğazdan nehri geçmeye karar verdiler. Öncü birlikler nehri geçemeyince durumu Süleyman Şah’a bildirdiler.
Süleyman Şah nehri kontrol etmek için atını nehre sürdü ancak at sendeleyince nehre düştü ve boğularak hayatını kaybetti. Süleyman Şah, sudan çıkartılarak Caber kalesi yakınlarında nehir kenarına defnedildi. Bu bölge sonradan Türk Mezarı olarak anılmıştır. Günümüzde Süleyman Şah türbesi olarak geçen anıt mezarın bu bölgede bulunması hasebiyle Kayı beyi Süleyman Şah’a ait olduğu düşünülmektedir.
Süleyman Şah’ın vefatı üzerine Kayı boyunun dirliği bozuldu. Yaklaşık 70.000 çadır büyüklüğünde olan Kayı boyu içerisindeki en kalabalık kitleyi Türkistan’da Süleyman Şah’a tabi olan Türkmen ve Tatarlar oluşturuyordu. Süleyman Şah’ın ölümü üzerine bu kitle Kayılardan ayrılarak Şam’a doğru göç ettiler. Günümüzde Şam Türkmenleri olarak varlıklarını devam ettiren topluluk Kayılardan ayrılan Türkmen-Tatar kitlelerin ardıllarıdırlar.
Türkmen ve Tatarların ayrılmasından sonra geriye kalan ve Kayı neslinden olanlar Süleyman Şah’ın 3 büyük oğluna uydular. Aslında Süleyman Şah’ın 4 oğlu vardı. Yetişkin olan oğulları Sungur Tigin, Gündoğdu bey, Ertuğrul Bey Kayı boyuna önderlik ettiler. En küçük kardeş olan Dündar ise henüz çocuk yaşta olduğu için ağabeylerine uymuştur.
Türkmen ve Tatarların ayrılmasından sonra Türkistan’a göç etmekten vaz geçen Kayılar, geldikleri güzergâhı izleyerek yine Fırat nehri üzerinden Erzurum’a geri döndüler. Pasin Ovasında bulunan Sürmeli Çukuru mevkiinde kışladılar. Ancak bu birliktelikte uzun sürmedi. Süleyman Şah’ın en büyük oğlu olan Sungur Tigin ve onun bir küçüğü olan Gündoğdu Bey, Süleyman Şah’ın ölümü üzerine yarım kalan Türkistan göçünü tamamlamaya karar verdiler.
Ertuğrul bey ise Türkistan’a dönmek yerine Anadolu’da kalıp gaza etmenin daha doğru olacağını düşündü. Bunun üzerine Kayı boyunun büyük bir bölümü, tigin olması hasebiyle Süleyman Şah’ın en büyük oğlu Sungur Tigine ve onunla birlikte hareket eden Gündoğdu beye biat ederek Türkistan’a doğru göç ettiler. Ertuğrul beye ise yalnızca 400 çadır, kardeşi Dündar ve annesi Hayme Sultan biat ederek Erzurum’da kalmıştır.
Kayılar Türkmenlerin, Tatarların ve Sungur Tigin’e biat edenlerin ayrılmaları ile küçülerek 70.000 çadırlık bir oymaktan 400 çadırlık bir obaya dönüştü. Artık kendi kaderlerini tayin edebilecek kadar güçlü değillerdi. Kışlayabilmek için bir hükümdara tabi olmaları, Gaza edebilmek içinse bir orduya mensup olmaları gerekiyordu. Zira birkaç yüz kişilik bir askeri güçle ancak başıboş çetelerle ve yağmacılarla baş edebilirlerdi.
Ertuğrul Bey hem obasını muhafaza edebileceği güvenli bir yurt edinmek hem de Gaza edebilmek için büyük oğlu Saru Yatı’yı Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alaeddin Keykubat’a elçi olarak gönderdi. Alaeddin Keykubat, Ertuğrul Beyin talebine müspet yanıt vererek Kayılara Söğüt vilayetini kışlak, Domaniç ve Ermenibeli dağlarını yaylak olarak tahsis etti. Kayılar artık Selçuklu Devletinin tebaası olarak yaşayacaklar, Selçuklu ordusu ile gaza edecekler ve Batı Anadolu’nun bereketli topraklarında hayatlarını devam ettireceklerdi.
Kayılar önce Ankara’ya oradan Söğüt’e geçtiler. Söğüt bu tarihten sonra Kayıların kadim Yurtları haline geldi. Ertuğrul bey, Gazi unvanını aldı ve ömrünün sonuna dek Söğütte yaşadı. Savaşsız, uzun ve müreffeh bir ömrün ardından 1281 yılında, 90 yaşında vefat etti. Büyük Oğlu Osman bey tarafından inşa edilen türbesi Söğüt (Bilecik) ilçesinde bulunmaktadır.
Ertuğrul Gazi’nin vefatından sonra Kayıların başına büyük oğlu Osman Bey geçti.
Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu
Anadolu Selçuklu Devleti yıkılırken Anadolu’ya hüküm süren beylikler kendi kaderlerini tayin etmeye, bölgedeki varlıklarını sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Bu dönemde Kayılar henüz bir beylik kurabilecek kadar güçlenebilmiş değillerdi ve kendilerine yurt olarak verilen Söğütte komşuları olan Bizans tekfurları ile iyi ilişkiler kuran küçük bir oba olarak varlığını devam ettiriyorlardı. Osmanlı Beyliğinin kurulması süreci Ertuğrul Gazi’nin vefatından sonra yerine geçen Osman Bey döneminde gerçekleşmiştir.
Kayılar, yeni yurtları olan Söğüt’e yerleştiklerinde bu bölge oldukça sakin ve müreffeh bir bölgeydi. Bizans devleti İstanbul dışında olan bölgeleri sınır valileriyle yönetmekteydi. Söğüt İnegöl, Karacahisar ve Bilecik tekfurluklarının (Vali) tam ortasında bulunan Selçuklu Devleti sınırını teşkil ediyordu. Karacahisar ve Bilecik tekfurları, uzun zamandır Selçuklu Devleti ile iyi geçiniyor, vergi veriyor ve herhangi bir husumet gütmeksizin Bizansa bağlı olarak bölgedeki varlıklarını devam ettiriyorlardı.
Kayıların Söğüt’e yerleşmesinden sonra Ertuğrul Gazi de komşu tekfurluklarla iyi ilişkiler kurmuş herhangi bir husumet gütmemiş ya da mücadele içerisine girişmemişti. Hatta bu tekfurluklar Kayıların bölgedeki varlıklarından oldukça memnunlardı. Zira bölgede başıboş gezen Tatar yağmacılar yerleşik bir hayat süren Rum köylerine saldırıyor ve yağma yapıyorlardı. Kayıların bölgeye yerleşmelerinden sonra bu yağmacılar kendileri gibi bozkır savaşlarını bilen Kayılardan çekindikleri için artık yağma faaliyetlerine teşebbüs etmediler.
Ertuğrul Gazi'nin Vefatı ve Beylik Seçimi
Ertuğrul Gazi, bereketli ve müreffeh bir ömür yaşayarak 1281 yılında 90. yaşında vefat ettiğinde ardında üç yiğit evlat ve bir kardeş bıraktı. Ertuğrul Gazi'nin ölümünden sonra oğulları Saru Yatı, Osman ve Gündüz ile kardeşi Dündar beylik için namzetlerdi. Ertuğrul Gazi'den sonra en tecrübeli kişi Ertuğrul Gazi'nin kardeşi Dündar beydi ancak Satu Yatı hem devlet idaresinde Ertuğrul Gazi'nin rahlei tedrisinde özenle ve ihtimamla yetiştirilmiş hem de Moğollar ile yapılan savaşlarda basireti ve cengaverliği ile rüştünü ispat etmiş tecrübeli bir kumandan olarak daha güçlü bir aday durumundaydı.
Bunun yanında Osman çok iyi bir avcıydı ve av merakı ile diyar diyar gezmiş, kendisine hem beylik içinden hem de beylik dışından pek çok hayran ve tanış kazanmıştı. Bu özellikleri ile Gaziler (Alplar) kendisine fevkalade bir teveccüh ve itibar göstermekteydi. Ertuğrul Gazi'nin en küçük oğlu Gündüz ise henüz bu rekabette yer alabilecek meziyetlere sahip değildi.
Dündar bey bu şartlarda güçlü bir aday olamadı. Kayı aşireti kendilerine Saru Yatı (Savcı) ve Osman'ı bey olarak tayin ettiler. Türk töresinde de gayet tabii bir yönetim biçimi olan ortak hükümdarlık Hunlar, Göktürkler, Karahanlılar ve Selçuklular döneminde olduğu gibi bir tür ortak hakanlık ile Osman ve Saru Yatı birlikte Kayıların beyliğine atandılar. Dündar bey ise beyliğin idaresinde Osman ve Saru Yatı'dan sonra en yetkili kişi konumunda vazife aldı.
Saru Yatı (Savcı) beyden tarih kaynakları çok fazla söz etmemektedir. Bunun nedeni Saru Yatı'nın 1287'deki Domaniç Savaşında şehit düşmesidir. Ertuğrul Gazi'den sonra yerine Osman Bey'in varis olarak geçtiği düşüncesi bir yanılgıdır. Bu yanılgının sebebi Aşıkpaşazade'nin Saru Yatı'dan yeterince bahsetmemesi ile ilgilidir. Oysa Neşri ve Tevarih-i Al-i Osman'da Satu Yatı'dan bahsedilen beyitler ve destanlarda beyliğin Saru Yatı ve Osman tarafından ortaklaşa idare edildiğini anlamamız için yeterince veri bulunmaktadır.
Ertuğrul Gazi döneminde başlayan iyi ilişkiler Osman Bey döneminde artarak devam etti. Osman Bey döneminde Anadolu Selçuklu Devletinin bölgede hatırı sayılır bir tahakkümü kalmamıştı. Bu siyasi ortamda bölgede yeni bir güç ortaya çıktı. İleride büyük bir beylik olacak olan Germiyanoğulları bu tarihlerde bölgelerindeki hakimiyetlerini güçlendirmeye başlamışlar ve Karacahisar tekfurluğu için bir tehdit unsuru haline gelmişlerdi. Bu durum, Karacahisar Tekfurluğu ile dostane ilişkiler içerisine giren Osman Bey’in Germiyanoğulları’na karşı hasmane bir tutum izlemesine yol açtı. Ancak bu hasmane durum bir savaşa yol açmadı.
Osman Bey, doğumundan beyliğine kadar olan süre boyunca hiç savaş görmemiş, hiç gaza etmemişti. Komşuları olan Bizans tekfurları ile iyi geçiniyor, kendilerine yurt olarak verilen bereketli topraklarda uzun yıllardır güven içerisinde yaşıyorlardı. Osman Gazi bu müreffeh yıllarında av sevdasına tutuldu. Sürekli ava çıkıyor, av için gittiği yerde günlerce kalıyordu. Üstelik sadece kendi yaylasında değil uzak diyarlara seyahat ediyor, av seyahatlerinde gittiği yerde bazen birkaç gün bazen daha uzun ikamet ediyordu.
Osman Beyin bu av seyahatleri onun tanınmasına ve sevenlerinin artmasına vesile oldu. Zira uzak diyarlardan av için gelen bir Bey her gittiği yerde saygıyla ve hürmetle karşılanırdı. Osmanlı Tarihçisi Aşık Paşazade, Osman Beyin bu av sevdasını “gece gündüz demeden, dört bir yana yürürdü” şeklinde ifade etmiştir.
Osmanlı Devletinin İlanı (1299)
Osman Bey, Karacahisar’ı fethettikten sonra bu bölgeyi tebaasına açmış, köylere kendi tebaası olan Müslüman kitleleri yerleştirmiş, kiliseleri camiye çevirterek bölgeyi Müslümanlaştırmıştı. Zamanla bir İslam şehri haline Karacahisar’ın yerlileri bir araya gelerek Cuma namazı kılmak istediler. Amaçları hutbeyi Osman Bey adına okutmaktı. İslam geleneğinde Hutbe, o toprakların yegâne sahibi adına yani hükümdar adına okunmaktaydı. Halk, Osman Beyi artık hükümdar olarak görmek istiyordu.
Osman beyin kayınpederi olan Şeyh Edebali’nin müritlerinden Dursun Fakıh, bölgede saygı gören bir zattı. Halk, bu taleplerini Dursun Fakıh’a ilettiler. O da bu konuyu babası Şeyh Edebali’ye iletti. Osman Bey, olan biteni öğrenince “Size ne lazımsa onu öyle yapın” diyerek tebaasının hüsnü talebini kabul ve tasdik etti. Dursun Fakıh, “Han’ım! Bu iş için Sultandan icazet ve izin gerekir” diyince Osman Bey, Osmanlı Devletinin kuruluşunu müjdeleyen o yanıtı verdi;
“Bu şehri ben bizzat kendi kılıcımla aldım. Sultanın bunda bir faydası olmadı.
Ondan niçin izin alayım? Ona sultanlık veren Allah, bana da gazayla hanlık verdi. Eğer kastedilen şu sancak ise ben sancak götürüp kâfirlerle uğraşmadım. Sonra o, ben Selçuk soyundanım derse ben de Gök Alp oğluyum derim. Yok eğer bu ülkeye onlardan önce geldim derse benim dedem Süleyman Şah da ondan önce gelmiştir.”
Halk Osman Gazinin bu söylediklerinden haberdar olunca sevinçle camiye koştu. Dursun Fakıh hutbeyi Osman Gazi adına okudu. Osman Bey artık devletli olmuş, devletini ve hukukunu ilan etmişti. O artık bir bey değil bir Han olarak anılacaktır. Osman Gazi Han, Karacahisar camiinde kendi adına okuttuğu hutbeyi müteakip bayram namazında hâkimiyeti altındaki tüm camilerde okutarak Osmanlı Devletini tüm dünya ya ilan etmiş oldu. Osman Gazi, bayram namazını Eskişehir’de kıldığında hutbe Osman Gazi Han adına okunuyordu (1299).
Osman Gazi’nin Rüyası
Osman Gazi’nin Osmanlı Devletinin kuruluşunu müjdeleyen rüyayı görmesi ve rüyasını hocası Şeyh Edebali’nin yorumlaması ile ilgili bilgiler, Osmanlı tarihçisi Aşık Paşazade tarafından nakledilmiş kayıtlı bilgilerdir. Aşık Paşazade, bu bilgileri Şeyh Edebali’nin oğlu Mahmut Paşa’dan bizzat dinlemiş ve kaydetmiştir. Aşık Paşazade’nin naklettiği bilgilere göre Osman Gazi bu rüyayı Ermenibeli’nde pusuya düşürülmesinden bir yıl sonra 1285 yılında görmüştür. Rüyasında gördüğü kişi Edebali adında bir şeyhtir.
Şeyh Edebali aslında sanıldığı gibi Osman Beyin hocası değildir. Bölgede sevilen, halk tarafından büyük itibaren gören, pek çok kerameti görülmüş, varlıklı ancak cömert, evinden misafiri eksik olmayan mübarek bir zat olarak biliniyordu. Osman Bey de bu zata zaman zaman misafir olur hasbıhal ederdi.
Osman Gazi bir gece ibadet edip dua ettikten sonra uykuya daldı. Rüyasında kendisine misafir olduğu bu zatın göğsünden bir ay doğarak kendi göğsüne giriyor, ardından karnından bir ağaç bitiyor, bu ağacın alemi kaplıyor, gölgesinde dağlar meydana geliyor, bu dağların yamacından sular akıyor, bu sulardan kimileri içiyor kimileri bahçesini suluyor, kimileri çeşmeler akıtıyordu.
Gördüğü rüyayı doğrudan bu zata giderek anlattı. Şeyh Edebali, rüyayı dinledikten sonra “Oğul Osman Gazi, sana müjdeler olsun, yüce Allah sana ve nesline padişahlık verdi, kutlu olsun. Ayrıca kızım Malhun senin eşin olacak.” dedi.
Osman Gazi, bu rüyayı gördükten hemen sonra kılıcını kuşanarak İnegöl Tekfurunun kontrolünde bulunan Kulacahisar kalesini zapt etmiş ilk fethini gerçekleştirmiştir.
Son yüzyılda ortaya çıkan bazı tarih kaynaklarında Osman Beyin Şey Edebali’nin kızını ikinci eş olarak aldığı, Malhun Hatun’un Şeyh Edebali’nin değil Selçuklu veziri Ömer Abdülaziz’in kızı olduğuna dair bilgiler geçmektedir. Elimizdeki en itibar edilir ve güçlü kaynak olan Osmanlı tarihçisi Aşık Paşazade, Malhun hatunun Şeyh Edebali’nin kızı olduğunu, Orhan beyin bu evlilikten doğduğunu belirtmektedir.
Türk tarihinin Osmanlı evresini yorumlarken beklide en çok yoğunlaşmamız gereken evre devletin kuruluş süreci olmalıdır. Zira devletin toplumsal temellerini, gayesini, ilerleyişini, evrilişini ve her şeyden öte başlangıç noktasını doğru tespit etmemiz, Osmanlının ortaya çıkış sürecinden yıkılış sürecine kadar olan tüm evrelere bakışımızın olgunlaşmasını sağlayacak, tarihi tarihsel verilerle yorumlamamıza yardımcı olacaktır.
Türkler, İç Asya’dan başlayan göç hareketleriyle 900 yıllık bir serüvenle adım adım batıya ilerlemiş (M.s. 150-1150), kimi kolları Avrupa’nın doğusuna kadar ulaşmış (Avrupa Hunları, Uzlar, Kıpçaklar, Kumanlar), kimi kolları Hazar Denizini Türk gölü haline getirmiş (Hazar Devleti), kimi kolları ise Selçuklulardan daha erken dönemlerde Anadolu hudutlarına ulaşmışlardı (Oğuz Yabguluğu). Ancak hiçbiri Sultan Alparslan gibi kesin ve geri dönülmez bir galibiyetle Anadolu’da tutunamamıştı.
Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan, 1071’deki destansı zaferinden sonra Anadolu’nun kapılarını Türk boylarına açmış, ata yurtları olan İç Asya’dan demografik ve siyasi çalkantılar nedeniyle tutunamayarak batıya doğru süregelen göç serüvenlerinde nihai yurtlarına adım atabilmişlerdi.
Büyük Selçuklu Devletinin en güçlü döneminde Anadolu’nun kapılarını açan Türkler, Bizans’ın Anadolu’daki kesin hâkimiyetinin ortadan kalkmasından sonra Orta Doğu’dan gelen diğer Semitik (Arap kökenli) toplumlarında Anadolu’ya yaklaşmalarının önünü açmıştı. İlerleyen 100 yıllık süreçte Büyük Selçuklu Devleti yıkılmış, Anadolu’nun bağrında bakiyelerinden yeni bir devlet kurulmuştu (Anadolu Selçuklu Devleti).
1071’den itibaren Anadolu’nun bereketli toprakları Türkler tarafından akın akın yurt edinilmeye başlandı. İç Asya’da tutunamayan Türk boyları, henüz 2 yüzyıl önce göçtükleri İran/Irak/Suriye hattındaki Müslüman Devletlerin birbirleri ile çatışmalarından uzaklaşmak ve Büyük Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra yeni ve daha müreffeh yurtlar arayışına girmek için Anadolu’ya akın ediyorlardı.
Bununla birlikte Selçuklulardan önce Anadolu’ya yaklaşan Oğuzlar, Hazar Devletine bağlı göçebe Türk boyları, Karahanlı Devletinin ardılları ve Selçuklulardan sonra Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Harzemşahlar ve elbette İran/Irak/Suriye hattında Büyük Selçuklu Devletine tabi olan irili ufaklı Fars ve Arap kabilelerde bu göç dalgasına katılmışlardı. Anadolu, 1071-1200 yılları arasında yoğun ve istikrarlı göçlerle yeni ev sahipleri tarafından yurt haline getiriliyordu.
Anadolu’nun Malazgirt savaşı öncesi demografik yapısı oldukça kozmopolitdi. Doğu Roma İmparatorluğu Anadolu’da yaşayan bölgedeki muhtelif toplumları paralı asker olarak kullanıyor, bölgenin güvenliğini sağlamak karşılığında ise paralı askerlere ödediği ücretleri vergi adı altında dolaylı olarak geri alıyordu.
Alparslan’ın Anadolu’nun kapılarını açmasından sonra Doğu Roma’nın Anadolu üzerindeki tahakkümü ortadan kalkınca bölgeye yaşayan toplumlar (Ermeniler, Gürcüler, Küçük Kafkas Prenslikleri, v.b.) Selçuklu Ordusu ile savaşmaktan çekinerek ve hatta Doğu Roma’ya karşı Selçuklu Ordusuna hizmet ederek hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
1071-1220 yıllarındaki bu çalkantılı dönem, Anadolu Selçuklu Devletinin en güçlü dönemine kadar devam etti. Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alaeddin Keykubat döneminde ise(1220-1237) bölgenin kaderini değiştirecek önemli gelişmeler yaşandı. İç Asya’dan başlayan Moğol akınları Anadolu hududuna kadar ulaşmıştı.
Moğol istilalarına kadar Anadolu’ya göçmemiş olan Türk boyları da mecburiyet gereği Anadolu’nun Osmanlı Devleti öncesi son kalabalık göç dalgalarını oluşturdular. Üstelik Gazne Devletinin en kalabalık bakiyesi olan Harzemşahlarda Anadolu sınırlarına kadar ulaşmış, 13. Yüzyılın başlarında ortaya çıkan bu siyasi çalkantı Anadolu’daki Selçuklu hakimiyetini tehdit etmeye başlamıştı.
Artan Moğol baskısı ve Eyyubi Devletinin ardılları ile kötü giden siyasi münasebetlerden sonra bölgedeki önemli güçlerden biri olan bir diğer Türk Devleti Harzemşahlar ile savaşın eşiğine gelinmiş, Selçuklu hâkimiyetini kabul etmiş olan Ermeniler, asi ve kalabalık bir Türk boyu olan Artuklu ve Mengüçlü beyliği Anadolu Selçuklu Devletine bağlılığını reddederek bağımsızlıklarını ilan etmeye teşebbüs etmişlerdi.
Bu keşmekeş Anadolu’daki Selçuklu hâkimiyetini derinden sarsmaya başladı. İlerleyen yıllarda Moğol tehdidinin artması Anadolu Selçuklu Devletinin otoritesini kaybetmesine neden oldu. Bu durum Selçuklu devletine bağlı beyliklerin başına buyruk hareket etmelerine yol açtı. Anadolu’da yerleşik hale gelmiş olan Türk boyları ise artık kendi kaderlerini tayin etmek zorundaydılar.
1250’li yıllardan itibaren Anadolu tam anlamıyla bir otorite boşluğuna sürüklendi. Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın vefatından sonra yerine geçen oğlu 2. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246), devleti ayakta tutmakta zorlandı. Irak-İran-Suriye hattından göç eden Türkmenler itikadı farklılıklar nedeniyle (Alevilik-Sünnilik) ayrışmış ve devlet tarafından yurt verilmeyince tarihe Babai isyanı olarak geçen hadise gerçekleşmiş, bu hadisenin neticesinde Gıyaseddin Keyhüsrev tahtını terk ederek kaçmıştı.
Keyhüsrev, sonradan tekrar tahtına geçse de hükümdarın otoritesinin sarsılmış olması Selçuklu Devletinin merkezi idaresini zayıflatmaya yetti. Moğollar ise kendilerine karşı koyabilecek tek güç olarak gördükleri Selçukluların zayıflamasını fırsat bilerek Anadolu’ya ilk saldırılarını gerçekleştirdiler.
1243’de yaşanan Kösedağ savaşında yenilen Selçuklu Devleti Moğol hâkimiyetini kabul etmek zorunda kaldı. Selçuklu Devleti artık Moğol hükümdarları tarafından atanan valiler tarafından yönetiliyor, Selçuklu sarayı Moğol tahakkümü altında varlığını devam ettirmeye çalışıyordu.
Moğol idaresini kabul etmek zorunda kalan 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in vefatından sonra Selçuklu Devleti içerisinde saltanat mücadeleleri baş göstermeye başladı. Anadolu’nun bereketli topraklarında gözü olan Moğollar için bu büyük bir fırsat oldu. Kendilerine boyun eğmeyen boylar ve aşiretler üzerinde zulüm uygulamaktan imtina etmeyen Moğollar (İlhanlı Devleti) tarih kayıtlarındaki tahminlere göre 400 Binden fazla Türkmen köylüyü vahşice katletti.
Anadolu onlarca beylik, yüzlerce aşiret ve milyonlarca Türkmen tarafından yurt edinilmiş ancak merkezi bir idare tarafından yönetilemeyen keşmekeş bir coğrafya haline gelmişti. Türkmenler artık kendi kaderlerini tayin etmek zorundaydılar. Bu minvalde kendi istikbalini çizen boylardan Kayılar Anadolu Selçuklu döneminin son evresinde güçlenerek Osmanlı Devletinin temellerini attılar.
Anadolu Beylikleri Dönemi
Anadolu Selçuklu Devleti, Kösedağ Savaşı sonrasında Moğol tahakkümü altına girmeye başladığında merkezi otorite sarsılmış, Anadolu’da bulunan beylikler Moğol tahakkümü altına giren Selçuklu saltanatına bağlılığını yitirmişti. 13. Yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise durum daha da vahim bir hal aldı. Selçuklu saltanatı mücadelelere sahne oluyor, birbiri ile anlaşamayan varisler kendi hâkimiyetlerini ilan ederek devletin coğrafi sınırlarını bölüyor, Moğollar ise bu keşmekeşten istifade ederek Anadolu’yu yağmalıyordu.
Bu tarihlerde Anadolu’da Selçuklu Devletine tabi 9 beylik bulunuyordu. Devletin batı sınırlarında Artuklu (Mardin) ve Dilmaçoğulları (Bitlis), kuzeyde Çobanoğulları (Kastamonu) ve Pervaneoğulları (Sinop), güney ve batı sınırlarında Alaiye (Alanya), Kaserioğulları (Balıkesir), Menteşoğulları (Milas), iç kısımlarda ise Karamanoğulları (Konya), Sahipataoğulları (Afyonkarahisar) beylikleri bulunuyordu.
Selçuklu devleti zayıfladıkça Anadolu beylikleri bölgelerinde daha çok söz sahibi oluyor ve kendi içlerinde güçleniyor ancak Anadolu’da ki birlik azalıyordu. Anadolu’yu bir arada tutan temel unsur olan Selçuklu Devleti ise Moğollar tarafından atanan ve kendi emrinden çıkmayacak hükümdarlar tarafından yönetiliyordu. Selçuklu tahtına artık temsili hükümdar oturmaya başlamıştı. Zira Anadolu beylikleri üzerinde herhangi bir tahakkümü kalmamıştı.
Moğollar (İlhanlılar) 14. Yüzyıldan itibaren zayıflamaya ve güç kaybetmeye başladılar. İlhanlılar 1295 yılında İslamı resmi din olarak kabul etmişlerdi. Ancak hem İlhanlı saltanat ailesi daha önce Budizmi kabul etmiş, ardından Şamanizme geri dönmüşlerdi. Bu anlamda İslamı kabul etmiş olmaları İlhanlı saltanat ailesinin itikadi açıdan ayrı bir cenderenin içerisine sürükledi. Bu durum devlet politikalarını da etkiledi.
İlhanlı devleti 1300’lü yıllardan itibaren zayıflamaya başlamıştı ancak bu durum Selçuklu Devletinin toparlanması için yeterli değildi. Zira saltanat makamı ve devletin tüm idari mekanizmaları işlevselliğini kaybetmişti. Son temsili Selçuklu hükümdarı 2. Mesut Han’ın vefatından sonra Moğollar yerine bir hükümdar tayin etmese de Mesut Han’ın yerine geçecek kimse olmadığı için Selçuklu Devleti fiilen sona ermiş oldu (1308).
Kayılar
Kayılar, kökenleri itibariyle 24 oğuz boyundan biri olarak varlıklarını yüzlerce yıldır koruyan güçlü ve önemli bir boydu. Göktürkler ve Karahanlılar dönemlerinde İç Asya’da varlıklarını devam ettiren Kayılar, 9. Yüzyılda Selçuklu Devleti bünyesinde ekseriyetle Horasan bölgesinde varlıklarını sürdürmekteydiler. Selçuklu tebaası olmayan ancak Selçuklu Devleti hudutları içerisinde diğer Türk boyları gibi konar/göçer yaşayan Kayılar Anadolu’ya iki ayrı dönemde iki ayrı kol halinde girdiler.
İlk önemli Kayı kolu Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya giriş yapmış ve ilerleyen yıllarda güçlenerek Artuklu beyliğini kurmuşlardı. Horasan ve Merv bölgesinde varlıklarını devam ettiren bir diğer Kayı kolu ise Moğol baskıları nedeniyle Batıya doğru sürüklenmiş, Harzemşahlar ile birlikte 12. Yüzyılın sonlarında Anadolu’ya girmişlerdir.
Kayıların sayıca hatırı sayılır büyüklükte bir nüfusa sahip olduğunu bünyesinden iki büyük beylik çıkarttığından hareketle görebiliyoruz. Ancak Selçuklu devrinden önce tarih sahnesinde ismine pek rastlanmamaktadır. Bunun muhtemel sebebi Kayıların diğer büyük Türk kitleleriyle birlikte hareket etmemiş olmalarıdır. Gerek Göktürkler devrinde, gerekse Karahanlılar döneminde tarih kayıtlarına düşmüş ve ulaşabildiğimiz tarih kayıtlarına etki edecek bir siyasi tezahürün içinde bulunmadıkları düşünülebilir.
Ancak varlıklarını yüzlerce yıl devam ettirebildiklerini, Anadolu’ya göç ettiklerinde ise takriben 70 bin çadırlık geniş bir nüfusa sahip olduklarını düşünürsek kendi kaderlerini kendileri belirlemiş, geçte olsa Türk Tarihindeki yerlerini 12. Yüzyıl itibariyle almışlardır.
Kayılar, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılma sürecine girmesi ile Anadolu Beylikleri’nin bağımsız ve kendi başlarına idare edilmeye başlandığı dönemde Bizans’a karşı elde ettiği başarılar neticesinde güçlenmiş, yaklaşık 40 yıllık bir sürecin sonunda İmparatorluk haline gelerek Osmanlı Devletinin kurucu unsurları olmuşlardır.
Osmanlı Devletinin kuruluşu sürecinde baş rolü üstlenen Kayı Boyunun Anadolu’daki varlıkları Büyük Selçuklu Devleti döneminde Anadolu’ya giren Türk boyları kadar eski değildir. Kayılar Anadolu’nun Türkleşmesinden yaklaşık 100 yıl sonra Anadolu’ya girmişlerdir.
Kayılar, Moğol saldırılarının etkisiyle İç Asya’dan batıya doğru göç hareketine girişen Türk boyları ile birlikte Büyük Selçuklu Devletinin hüküm sürdüğü İran coğrafyasına göç etmişlerdi. Ancak Büyük Selçuklu Devleti 1157’de yıkılınca İran coğrafyası Abbasilerin tahakkümü altına girmeye başladı. Büyük Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra merkezi bir yönetime bağlı olmasalar da vilayetlerin yönetimi halen Büyük Selçuklu Devleti tarafından görevlendirilmiş olan valilerinin elinde bulunuyordu.
Selçuklu valileri Abbasilerin bölgelerinde hâkimiyet kurmasını arzu etmiyorlardı. Aynı şekilde Moğol baskısıyla İç Asya’dan göç eden göçebe Türk boyları da Müslüman olmalarına rağmen Arap hükümdarlar tarafından yönetilmek istemiyorlardı. Selçuklu valileri ve göçebe Türk boyları bu ortak menfaat etrafında buluşarak Abbasi akınlarına karşı ittifak kurdular.
Bu dönemde Kuzey İran coğrafyası Selçuklu ardılları olan Türklere, bölgede uzun süredir yaşayan göçer Türkmenlere, Kuzey Karadeniz hattında yaşayıp hazar denizi üzerinden İran’a göç eden Tatarlara ve Moğol baskısıyla İç Asya’dan göç eden göçebe Türk boylarına ev sahipliği yapıyordu. Selçuklu valileri Türkmenleri, Tatarları ve göçebe Türklerin en güçlü unsurlarından olan Kayıları ikna ederek Abbasi akınlarına karşı bir ittifak oluşturdular ve bulundukları bölgeyi (Horasan/Merv kentleri) Abbasi akınlarından korudular.
Bu başarıda en büyük paya sahip olan Kayılar hem Büyük Selçuklu Devleti sonrası İran coğrafyasında başsız kalmış olan Türkmenlerin bağlılığını kazandı hem de büyük bir nüfuz kazanarak bölgedeki Türk kitlelerin liderliğini üstlendi.
Kayılar bu tarihte yaklaşık 20.000 çadırlık kalabalık bir oymaktı. Bölgedeki Türkmenler ve Tatarlar ise 50.000 çadırdan oluşan çok daha kalabalık bir nüfusa sahipti.
Kendilerinden sayıca az olmalarına rağmen Kayı beyi Süleyman Şah’ın giriştiği savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar ve Kayıların elde ettiği başarılar Türkmen ve Tatarları etkiledi. Yeni ve güçlü bir lider arayan bu Türk kitleleri Süleyman Şah’a biat ederek Kayı boyuna katıldılar. Kayılar artık 70.000 çadırdan oluşan muazzam bir güç unsuru haline gelmişlerdi. 70 bin çadırlık bir nüfus yaklaşık 50.000 kişilik bir savaşçı ordusu anlamına geliyordu.
Oymağın savunması için vazifelendirilen askerler düşünüldüğünde ise en az 30.000 askerlik bir sefer gücü söz konusu oluyordu ki; bu rakam büyük bir savaşın kaderini belirleyebilecek bir muharip unsur olmaları için fazlasıyla yeterlidir.
Kayılar devletsiz ve töresiz kalmış, hem Moğollar hem de Abbasiler tarafından hedef haline gelmiş İran coğrafyasında varlıklarını devam ettirmek yerine Gaza etmek ve Anadolu’da kurulmuş ve giderek güçlenmekte olan Anadolu Selçuklu Devleti’ne yakın olabilmek maksadıyla Anadolu’ya göç etmeye karar verdiler. Anadolu göçlerindeki ilk durakları Ahlat oldu (1191).
Burada çok kısa süre kalan Kayılar, ardından önce Erzurum’a sonra ise Erzincan’a yerleştiler. Ahlat, Erzurum, Erzincan hattı Anadolu Selçuklu Devleti ile Harzemşahlar devleti arasında sınır hattı durumundaydı. Doğusunda Harzemşahlar Moğol akınlarına karşı koymaya, Batısında Anadolu Selçuklu Devleti Anadolu’daki hâkimiyetini güçlendirmeye ve Haçlı seferlerine karşı koymaya çalışıyordu.
Kayılar ne Anadolu Selçuklularına ne de Harzemşahlara tabi olmadılar ve kendi kaderlerini kendileri tayin etme gayretine giriştiler. Yaklaşık 30 yıl boyunca Erzurum ve Erzincan’da yaylayıp kışladılar ancak geçirdikleri onca zamana rağmen umduğunu bulamayan Süleyman Şah, asıl vatanı olarak gördüğü Türkistan coğrafyasına geri dönmeye karar verdi. Genç ve kahraman bir bey olarak ayrıldığı Türkistan’a şimdi yaşlanmış, ömrünün son demlerini yaşayan bir bey olarak geri dönüyordu.
Kayılar, göçlerini vaktiyle Türkistan’dan göç ettikleri Tebriz - Ahlat istikameti üzerinden değil güneyden Fırat nehri ve Halep vilayeti güzergahından gerçekleştirdiler ve Halep vilayeti yakınlarında bulunan Caber kalesi yakınlarına kadar ilerlediler. Göç istikametleri gereği Fırat nehrini geçmek zorunda olan Kayılar, sığ gibi görünen bir boğazdan nehri geçmeye karar verdiler. Öncü birlikler nehri geçemeyince durumu Süleyman Şah’a bildirdiler.
Süleyman Şah nehri kontrol etmek için atını nehre sürdü ancak at sendeleyince nehre düştü ve boğularak hayatını kaybetti. Süleyman Şah, sudan çıkartılarak Caber kalesi yakınlarında nehir kenarına defnedildi. Bu bölge sonradan Türk Mezarı olarak anılmıştır. Günümüzde Süleyman Şah türbesi olarak geçen anıt mezarın bu bölgede bulunması hasebiyle Kayı beyi Süleyman Şah’a ait olduğu düşünülmektedir.
Süleyman Şah’ın vefatı üzerine Kayı boyunun dirliği bozuldu. Yaklaşık 70.000 çadır büyüklüğünde olan Kayı boyu içerisindeki en kalabalık kitleyi Türkistan’da Süleyman Şah’a tabi olan Türkmen ve Tatarlar oluşturuyordu. Süleyman Şah’ın ölümü üzerine bu kitle Kayılardan ayrılarak Şam’a doğru göç ettiler. Günümüzde Şam Türkmenleri olarak varlıklarını devam ettiren topluluk Kayılardan ayrılan Türkmen-Tatar kitlelerin ardıllarıdırlar.
Türkmen ve Tatarların ayrılmasından sonra geriye kalan ve Kayı neslinden olanlar Süleyman Şah’ın 3 büyük oğluna uydular. Aslında Süleyman Şah’ın 4 oğlu vardı. Yetişkin olan oğulları Sungur Tigin, Gündoğdu bey, Ertuğrul Bey Kayı boyuna önderlik ettiler. En küçük kardeş olan Dündar ise henüz çocuk yaşta olduğu için ağabeylerine uymuştur.
Türkmen ve Tatarların ayrılmasından sonra Türkistan’a göç etmekten vaz geçen Kayılar, geldikleri güzergâhı izleyerek yine Fırat nehri üzerinden Erzurum’a geri döndüler. Pasin Ovasında bulunan Sürmeli Çukuru mevkiinde kışladılar. Ancak bu birliktelikte uzun sürmedi. Süleyman Şah’ın en büyük oğlu olan Sungur Tigin ve onun bir küçüğü olan Gündoğdu Bey, Süleyman Şah’ın ölümü üzerine yarım kalan Türkistan göçünü tamamlamaya karar verdiler.
Ertuğrul bey ise Türkistan’a dönmek yerine Anadolu’da kalıp gaza etmenin daha doğru olacağını düşündü. Bunun üzerine Kayı boyunun büyük bir bölümü, tigin olması hasebiyle Süleyman Şah’ın en büyük oğlu Sungur Tigine ve onunla birlikte hareket eden Gündoğdu beye biat ederek Türkistan’a doğru göç ettiler. Ertuğrul beye ise yalnızca 400 çadır, kardeşi Dündar ve annesi Hayme Sultan biat ederek Erzurum’da kalmıştır.
Kayılar Türkmenlerin, Tatarların ve Sungur Tigin’e biat edenlerin ayrılmaları ile küçülerek 70.000 çadırlık bir oymaktan 400 çadırlık bir obaya dönüştü. Artık kendi kaderlerini tayin edebilecek kadar güçlü değillerdi. Kışlayabilmek için bir hükümdara tabi olmaları, Gaza edebilmek içinse bir orduya mensup olmaları gerekiyordu. Zira birkaç yüz kişilik bir askeri güçle ancak başıboş çetelerle ve yağmacılarla baş edebilirlerdi.
Ertuğrul Bey hem obasını muhafaza edebileceği güvenli bir yurt edinmek hem de Gaza edebilmek için büyük oğlu Saru Yatı’yı Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alaeddin Keykubat’a elçi olarak gönderdi. Alaeddin Keykubat, Ertuğrul Beyin talebine müspet yanıt vererek Kayılara Söğüt vilayetini kışlak, Domaniç ve Ermenibeli dağlarını yaylak olarak tahsis etti. Kayılar artık Selçuklu Devletinin tebaası olarak yaşayacaklar, Selçuklu ordusu ile gaza edecekler ve Batı Anadolu’nun bereketli topraklarında hayatlarını devam ettireceklerdi.
Kayılar önce Ankara’ya oradan Söğüt’e geçtiler. Söğüt bu tarihten sonra Kayıların kadim Yurtları haline geldi. Ertuğrul bey, Gazi unvanını aldı ve ömrünün sonuna dek Söğütte yaşadı. Savaşsız, uzun ve müreffeh bir ömrün ardından 1281 yılında, 90 yaşında vefat etti. Büyük Oğlu Osman bey tarafından inşa edilen türbesi Söğüt (Bilecik) ilçesinde bulunmaktadır.
Ertuğrul Gazi’nin vefatından sonra Kayıların başına büyük oğlu Osman Bey geçti.
Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu
Anadolu Selçuklu Devleti yıkılırken Anadolu’ya hüküm süren beylikler kendi kaderlerini tayin etmeye, bölgedeki varlıklarını sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Bu dönemde Kayılar henüz bir beylik kurabilecek kadar güçlenebilmiş değillerdi ve kendilerine yurt olarak verilen Söğütte komşuları olan Bizans tekfurları ile iyi ilişkiler kuran küçük bir oba olarak varlığını devam ettiriyorlardı. Osmanlı Beyliğinin kurulması süreci Ertuğrul Gazi’nin vefatından sonra yerine geçen Osman Bey döneminde gerçekleşmiştir.
Kayılar, yeni yurtları olan Söğüt’e yerleştiklerinde bu bölge oldukça sakin ve müreffeh bir bölgeydi. Bizans devleti İstanbul dışında olan bölgeleri sınır valileriyle yönetmekteydi. Söğüt İnegöl, Karacahisar ve Bilecik tekfurluklarının (Vali) tam ortasında bulunan Selçuklu Devleti sınırını teşkil ediyordu. Karacahisar ve Bilecik tekfurları, uzun zamandır Selçuklu Devleti ile iyi geçiniyor, vergi veriyor ve herhangi bir husumet gütmeksizin Bizansa bağlı olarak bölgedeki varlıklarını devam ettiriyorlardı.
Kayıların Söğüt’e yerleşmesinden sonra Ertuğrul Gazi de komşu tekfurluklarla iyi ilişkiler kurmuş herhangi bir husumet gütmemiş ya da mücadele içerisine girişmemişti. Hatta bu tekfurluklar Kayıların bölgedeki varlıklarından oldukça memnunlardı. Zira bölgede başıboş gezen Tatar yağmacılar yerleşik bir hayat süren Rum köylerine saldırıyor ve yağma yapıyorlardı. Kayıların bölgeye yerleşmelerinden sonra bu yağmacılar kendileri gibi bozkır savaşlarını bilen Kayılardan çekindikleri için artık yağma faaliyetlerine teşebbüs etmediler.
Ertuğrul Gazi'nin Vefatı ve Beylik Seçimi
Ertuğrul Gazi, bereketli ve müreffeh bir ömür yaşayarak 1281 yılında 90. yaşında vefat ettiğinde ardında üç yiğit evlat ve bir kardeş bıraktı. Ertuğrul Gazi'nin ölümünden sonra oğulları Saru Yatı, Osman ve Gündüz ile kardeşi Dündar beylik için namzetlerdi. Ertuğrul Gazi'den sonra en tecrübeli kişi Ertuğrul Gazi'nin kardeşi Dündar beydi ancak Satu Yatı hem devlet idaresinde Ertuğrul Gazi'nin rahlei tedrisinde özenle ve ihtimamla yetiştirilmiş hem de Moğollar ile yapılan savaşlarda basireti ve cengaverliği ile rüştünü ispat etmiş tecrübeli bir kumandan olarak daha güçlü bir aday durumundaydı.
Bunun yanında Osman çok iyi bir avcıydı ve av merakı ile diyar diyar gezmiş, kendisine hem beylik içinden hem de beylik dışından pek çok hayran ve tanış kazanmıştı. Bu özellikleri ile Gaziler (Alplar) kendisine fevkalade bir teveccüh ve itibar göstermekteydi. Ertuğrul Gazi'nin en küçük oğlu Gündüz ise henüz bu rekabette yer alabilecek meziyetlere sahip değildi.
Dündar bey bu şartlarda güçlü bir aday olamadı. Kayı aşireti kendilerine Saru Yatı (Savcı) ve Osman'ı bey olarak tayin ettiler. Türk töresinde de gayet tabii bir yönetim biçimi olan ortak hükümdarlık Hunlar, Göktürkler, Karahanlılar ve Selçuklular döneminde olduğu gibi bir tür ortak hakanlık ile Osman ve Saru Yatı birlikte Kayıların beyliğine atandılar. Dündar bey ise beyliğin idaresinde Osman ve Saru Yatı'dan sonra en yetkili kişi konumunda vazife aldı.
Saru Yatı (Savcı) beyden tarih kaynakları çok fazla söz etmemektedir. Bunun nedeni Saru Yatı'nın 1287'deki Domaniç Savaşında şehit düşmesidir. Ertuğrul Gazi'den sonra yerine Osman Bey'in varis olarak geçtiği düşüncesi bir yanılgıdır. Bu yanılgının sebebi Aşıkpaşazade'nin Saru Yatı'dan yeterince bahsetmemesi ile ilgilidir. Oysa Neşri ve Tevarih-i Al-i Osman'da Satu Yatı'dan bahsedilen beyitler ve destanlarda beyliğin Saru Yatı ve Osman tarafından ortaklaşa idare edildiğini anlamamız için yeterince veri bulunmaktadır.
Ertuğrul Gazi döneminde başlayan iyi ilişkiler Osman Bey döneminde artarak devam etti. Osman Bey döneminde Anadolu Selçuklu Devletinin bölgede hatırı sayılır bir tahakkümü kalmamıştı. Bu siyasi ortamda bölgede yeni bir güç ortaya çıktı. İleride büyük bir beylik olacak olan Germiyanoğulları bu tarihlerde bölgelerindeki hakimiyetlerini güçlendirmeye başlamışlar ve Karacahisar tekfurluğu için bir tehdit unsuru haline gelmişlerdi. Bu durum, Karacahisar Tekfurluğu ile dostane ilişkiler içerisine giren Osman Bey’in Germiyanoğulları’na karşı hasmane bir tutum izlemesine yol açtı. Ancak bu hasmane durum bir savaşa yol açmadı.
Osman Bey, doğumundan beyliğine kadar olan süre boyunca hiç savaş görmemiş, hiç gaza etmemişti. Komşuları olan Bizans tekfurları ile iyi geçiniyor, kendilerine yurt olarak verilen bereketli topraklarda uzun yıllardır güven içerisinde yaşıyorlardı. Osman Gazi bu müreffeh yıllarında av sevdasına tutuldu. Sürekli ava çıkıyor, av için gittiği yerde günlerce kalıyordu. Üstelik sadece kendi yaylasında değil uzak diyarlara seyahat ediyor, av seyahatlerinde gittiği yerde bazen birkaç gün bazen daha uzun ikamet ediyordu.
Osman Beyin bu av seyahatleri onun tanınmasına ve sevenlerinin artmasına vesile oldu. Zira uzak diyarlardan av için gelen bir Bey her gittiği yerde saygıyla ve hürmetle karşılanırdı. Osmanlı Tarihçisi Aşık Paşazade, Osman Beyin bu av sevdasını “gece gündüz demeden, dört bir yana yürürdü” şeklinde ifade etmiştir.
Osmanlı Devletinin İlanı (1299)
Osman Bey, Karacahisar’ı fethettikten sonra bu bölgeyi tebaasına açmış, köylere kendi tebaası olan Müslüman kitleleri yerleştirmiş, kiliseleri camiye çevirterek bölgeyi Müslümanlaştırmıştı. Zamanla bir İslam şehri haline Karacahisar’ın yerlileri bir araya gelerek Cuma namazı kılmak istediler. Amaçları hutbeyi Osman Bey adına okutmaktı. İslam geleneğinde Hutbe, o toprakların yegâne sahibi adına yani hükümdar adına okunmaktaydı. Halk, Osman Beyi artık hükümdar olarak görmek istiyordu.
Osman beyin kayınpederi olan Şeyh Edebali’nin müritlerinden Dursun Fakıh, bölgede saygı gören bir zattı. Halk, bu taleplerini Dursun Fakıh’a ilettiler. O da bu konuyu babası Şeyh Edebali’ye iletti. Osman Bey, olan biteni öğrenince “Size ne lazımsa onu öyle yapın” diyerek tebaasının hüsnü talebini kabul ve tasdik etti. Dursun Fakıh, “Han’ım! Bu iş için Sultandan icazet ve izin gerekir” diyince Osman Bey, Osmanlı Devletinin kuruluşunu müjdeleyen o yanıtı verdi;
“Bu şehri ben bizzat kendi kılıcımla aldım. Sultanın bunda bir faydası olmadı.
Ondan niçin izin alayım? Ona sultanlık veren Allah, bana da gazayla hanlık verdi. Eğer kastedilen şu sancak ise ben sancak götürüp kâfirlerle uğraşmadım. Sonra o, ben Selçuk soyundanım derse ben de Gök Alp oğluyum derim. Yok eğer bu ülkeye onlardan önce geldim derse benim dedem Süleyman Şah da ondan önce gelmiştir.”
Halk Osman Gazinin bu söylediklerinden haberdar olunca sevinçle camiye koştu. Dursun Fakıh hutbeyi Osman Gazi adına okudu. Osman Bey artık devletli olmuş, devletini ve hukukunu ilan etmişti. O artık bir bey değil bir Han olarak anılacaktır. Osman Gazi Han, Karacahisar camiinde kendi adına okuttuğu hutbeyi müteakip bayram namazında hâkimiyeti altındaki tüm camilerde okutarak Osmanlı Devletini tüm dünya ya ilan etmiş oldu. Osman Gazi, bayram namazını Eskişehir’de kıldığında hutbe Osman Gazi Han adına okunuyordu (1299).
Osman Gazi’nin Rüyası
Osman Gazi’nin Osmanlı Devletinin kuruluşunu müjdeleyen rüyayı görmesi ve rüyasını hocası Şeyh Edebali’nin yorumlaması ile ilgili bilgiler, Osmanlı tarihçisi Aşık Paşazade tarafından nakledilmiş kayıtlı bilgilerdir. Aşık Paşazade, bu bilgileri Şeyh Edebali’nin oğlu Mahmut Paşa’dan bizzat dinlemiş ve kaydetmiştir. Aşık Paşazade’nin naklettiği bilgilere göre Osman Gazi bu rüyayı Ermenibeli’nde pusuya düşürülmesinden bir yıl sonra 1285 yılında görmüştür. Rüyasında gördüğü kişi Edebali adında bir şeyhtir.
Şeyh Edebali aslında sanıldığı gibi Osman Beyin hocası değildir. Bölgede sevilen, halk tarafından büyük itibaren gören, pek çok kerameti görülmüş, varlıklı ancak cömert, evinden misafiri eksik olmayan mübarek bir zat olarak biliniyordu. Osman Bey de bu zata zaman zaman misafir olur hasbıhal ederdi.
Osman Gazi bir gece ibadet edip dua ettikten sonra uykuya daldı. Rüyasında kendisine misafir olduğu bu zatın göğsünden bir ay doğarak kendi göğsüne giriyor, ardından karnından bir ağaç bitiyor, bu ağacın alemi kaplıyor, gölgesinde dağlar meydana geliyor, bu dağların yamacından sular akıyor, bu sulardan kimileri içiyor kimileri bahçesini suluyor, kimileri çeşmeler akıtıyordu.
Gördüğü rüyayı doğrudan bu zata giderek anlattı. Şeyh Edebali, rüyayı dinledikten sonra “Oğul Osman Gazi, sana müjdeler olsun, yüce Allah sana ve nesline padişahlık verdi, kutlu olsun. Ayrıca kızım Malhun senin eşin olacak.” dedi.
Osman Gazi, bu rüyayı gördükten hemen sonra kılıcını kuşanarak İnegöl Tekfurunun kontrolünde bulunan Kulacahisar kalesini zapt etmiş ilk fethini gerçekleştirmiştir.
Son yüzyılda ortaya çıkan bazı tarih kaynaklarında Osman Beyin Şey Edebali’nin kızını ikinci eş olarak aldığı, Malhun Hatun’un Şeyh Edebali’nin değil Selçuklu veziri Ömer Abdülaziz’in kızı olduğuna dair bilgiler geçmektedir. Elimizdeki en itibar edilir ve güçlü kaynak olan Osmanlı tarihçisi Aşık Paşazade, Malhun hatunun Şeyh Edebali’nin kızı olduğunu, Orhan beyin bu evlilikten doğduğunu belirtmektedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)